Şah damarı kesilirse…

14'ünde şah damarı kanadı ve bir Türkiye oğlu gelip geçti yüreğindeki büyük sevdalarıyla…

Boynun her iki yanında bulunur şah damarı. Kafanın, beynin kan dolaşımını sağlar. Kalbin her atımında basınçla dolar. Kesilirse, kanar ve insan yaşamdan kopar…

Yaşam böyle bir öyküdür esasında.

Her birimizin kendine has bir hikâyesi vardır…

Neyin yazılacağına hayatın kendisi hem karar verir hem de tanıklık eder…

Böyle dediysem de, bakmayın hayat sınıfsaldır. Yani sınıfın hayatı, ya kader ya da tercih gibi yaşanır.

Akar gideriz onla beraber.

Hayattan da koparabildiğimiz, ömür denilen bir parçadır esasında. Doğumla başlar, ölümle biter her hangi bir zaman aralığında.

Araya ne konulduğu ise, o da hikâyemiz olup çıkar…

***

Akılla, bilinçle, farkındalıkla sürdürülen bir yaşam için oksijeni bol kan ve içinde beyne akacağı bir damar gerekir. İşte o damardır şah damarı…

Tıkanırsa, vücudun her yanı uyuşur, sanki karıncalar üşüşür…

Beyne doğru dürüst kan gitmez. Akıldı, bilinçti, farkındalık kaybolur. Yaşarken dünya adeta karanlığa boğulur.

***

Kimileri adeta toplumun şah damarı gibidir.

Aklını açar, şeyleri bilince çıkarır ve insanın kendini, kendi farkındalığına kavuşturur.

Öyleleri nadir de olsa, rota tutar, yelken rüzgârla dolar ve rastlarsan bir defa, şah damarıyla yoldaşlığa çıkarsın hayatta böyle bir şansın olursa…

Şah damarı kesildiğinde, şah damarı kanarken, işte o zaman da anlarsın yitip gideni.

***
Haberimiz olduğunda, yani 16 Ağustos’ta böyle oldu…

14'ünde şah damarı kanadı ve bir Türkiye oğlu gelip geçti yüreğindeki büyük sevdalarıyla…

Ne ki ardında bıraktıkları, belki yitirilmişe dökülen gözyaşları…

Oysa artık yeni sevdalara, yürüyüşlere türküdür.

 ***

Metin Çulhaoğlu’nu elbette anlatacak olan çok çıkacak.

Benimkisi küçük bir anma ve kendi türkümdür.

***
Son altı yıldır, uzağın yakınında olduk hep. Kıbrıs’tan arardım; Ankara’ya gelişlerimde mutlaka buluşurduk. Hem yoldaşça, hem kardeşçe beraber olmanın keyfini paylaşırdık.

Tanıdığım çok değerli bir Marksist kuramcıydı. Saplantıların değil, ufuk açıcı tartışmaların cesur adamıydı. Doğruda durmanın felsefesini kuramlaştırırken, yaşamını adadığı sosyalizm mücadelesinde doğruda durabilme adına ne haksız eleştirilere gülümseyerek göğüs gerdiğine yakın tanık olmuş biriyim…

Hiç kimseye hocalık tasladığını görmedim. Anlattıklarını bilgelikle, bir akademisyen titizliği ile kanıtlarıyla buluşturarak ve anlama özürlülerin bile anlayabileceği analitik bir sadelikle anlatır, yol gösterir ve yazardı.

Müthiş ve derin entelektüel bir hafızası vardı. Adeta her okuduğunu, her dinlediğini anında kayıt altına alıyor gibiydi.

Tartıştığı ya da sohbet ettiği kimsenin fikrini es geçmez ve ortaklaştığında tevazuyla kabul eder ve bunu da dile getirirdi.

Toplumsal kurtuluş mücadelesinde hep örgütlü davrandı. Kişisel tercihleriyle beraber olma yerine, yol yürüyenlerle siyaset sürdürmeyi tercih edenlerdendi…

O da hepimiz gibi sade, sıra neferi bir insandı ve bu coğrafyanın kıraç topraklarında bitmiş yediveren gülü gibi verimli bir Türkiye oğluydu.

Bu dünyadan bir Metin Çulhaoğlu geçti.

Şah damarı kesildi; şah damarı kanadı…

Şimdi hem onsuz ve hem de ondan öğrendiğimiz, esinlendiğimiz bilgeliğinin rehberliğinde, ortak türkülerimizi söylemeye devam edeceğiz.

Metin, adın toplumsal kurtuluş tarihinin önde gelenleri arasına yazıldı…

Işıklarda ol sevgili hocam, arkadaşım, yoldaşım…