Saldırı, sansür, seçimler
Kısıtlama ve yasaklama kararlarını geçen ay yürürlüğe giren sansür yasasıyla birlikte düşününce önümüzdeki dönem tüm toplumsal meselelerde buna benzer ve belki daha da radikal müdahalelerle karşılaşmak sürpriz olmayacak.
Pazar günü İstiklal Caddesinde patlatılan bomba sonucunda altı yurttaş yaşamını yitirirken seksen bir yurttaş da yaralandı. Halka karşı yönelen bu ve benzeri saldırıların hiçbir bahanesi, gerekçesi ve mazereti olamayacağı gibi, kişilerin yaşam hakkını ortadan kaldıran niteliği ile beraber halk arasında yaratılmak istenen korku, panik ve tedirginliği yükseltmesi de halk düşmanı karakteri olarak not edilmeli.
Saldırıyı gerçekleştirdikten sonra yakalanan kişiye ve yakalanma biçimine ilişkin çok sayıda soru işareti bulunmakla birlikte saldırıya ilişkin sorumluluklara değinmeksizin devam etmemek gerek. Böylesi bir katliamda ilk elden sorumluluk elbette saldırıyı gerçekleştiren kişi ve örgütlere ait olacaktır. Masum insanların hayatına kastedilerek toplumsal barışın dinamitlenmesinden başka bir işe yaramayacak saldırının sorumluluğunu azaltacak bir yanı yok.
Yaşananların arka planının ortaya çıkartılması, talimatı verenlerin kimler olduğu ve neyi amaçladıklarının anlaşılması için etkin bir soruşturma yürütülmesi, konunun siyasi olarak peşinin bırakılmaması ve medyanın meselenin takibini sürdürmesi oldukça önemli. Spekülatif bilgilerle yorum yapmamak adına saldırı sonrası yaşanan somut olaylarla ilgili konuşmak daha faydalı. Patlama sonrasındaki ilk gelişme alınan yayın yasağı kararı oldu. Yayın yasağı kararı sonrası haberlerin engellemesiyle birlikte sosyal medya platformlarına uygulanan bant daraltılmasıyla haberleşme olanakları tamamen sekteye uğratıldı.
Kaotik ve korku dolu bir ortamda “yanlış bilginin yayılmasını” engellemek amacıyla yürürlüğe sokulan uygulamaların bizatihi kendisi korku ve endişenin büyümesine sebebiyet verdi. Oysa ki olay yerindeki yaralıların ve yaşamını kaybedenlerin görüntülerinin yayınlanmasıyla sınırlı bir yayın yasağı anlaşılır ve makul olabilirdi ancak niyet başka olunca yasaklamanın da çerçevesi bambaşka oldu. Niyetin ne olduğu bir sonraki açıklamayla kendisini daha fazla hissettirdi. Henüz olayı gerçekleştiren kişi/kişiler dahi tespit edilmemişken, patlamayla ilgili yapılması gereken incelemeler bitirilmeden sosyal medyada patlamayla ilgili “olumsuz” paylaşım yapan hesapların tespit edilip haklarında savcılıkça soruşturma başlatıldığı duyuruldu. Patlamayla ilgili “olumsuz” paylaşımlardan neyin kastedildiği ve soruşturmanın kapsamına dair detaylı bilgi verilmemesi bir yana, kanlı saldırıyı incelemek yerine sosyal medya paylaşımlarının öncelenerek incelenmesi niyetten öte tercihleri de açıkça gösterir nitelikte.
Kısıtlama ve yasaklama kararlarını geçen ay yürürlüğe giren sansür yasasıyla birlikte düşününce önümüzdeki dönem tüm toplumsal meselelerde buna benzer ve belki daha da radikal müdahalelerle karşılaşmak sürpriz olmayacak. İki gündür en çok konuşulan başlıklardan biri de yasaklama kararının fiilen ve teknik olarak nasıl aşılabileceği ve benzer engellemelerin seçim sürecinde de yaşanma olasılığıydı. Sosyal medyada teknik olarak VPN bağlantısı kullanarak engelleri aşma yöntemi öne çıkarken, seçimlere dair olan kısım ise uzunca süre daha konuşulmaya devam edecek gibi görünüyor.
Keyfi ve hukuksuz yasaklama kararları ile fiili engellemelerin teknik bazı adımlarla aşılması elbette önemli ve üzerinde konuşulmaya değer bir konu. Üzerine düşünmemiz gereken asıl kısım ise meselenin sadece teknik bir konuya indirgenerek siyasal boyutunun gözardı edilişi. İktidar cephesinin siyasal bir hedef doğrultusunda hayata geçirdiği/geçirmeye çalıştığı adımları salt teknik, idari veya hukuki bazı hamlelerle durdurulabileceğine ya da geriletebileceğine olan inanç son derece yanıltıcı.
Siyasal süreçlerin karşısında güçlü pozisyon alabilmenin temel kurallarından biri politik perspektifle hareket etmek ise diğeri de siyasal bir güç olmaktan geçiyor. Yine siyasetin kurallarından biri insanları taraflaştırmak ise, bir diğeri de taraflaştıramadığını en azından tarafsız kılmak olarak kodlayabiliriz. Bugün iktidarın yasaklama, tutuklama ve baskı hamlelerini de bu bağlamda okumak mümkün. Kendi tarafına çekemediği büyük bir toplumsallığı korkuyla, tehditle ve umutsuzlukla pasifize ederek sürecin psikolojik üstünlüğünü ellerinde tutmaya çalışmaktalar.
Usulsüzlükleri, sosyal medya yasaklarını ve sansür yasasını seçimler bağlamında ele aldığımızda ise her türlü teknik hazırlığın ve önlemin muhalefet tarafından ele alınması gerekliliği işin olmazsa olmazı.
Seçimleri ve seçim güvenliğini teknik bir başlık olarak görünmekten, yurttaşları ise siyasal süreçlerin izleyicisi/gözlemcisi olmaktan çıkartıp herkesin sorumluluk alarak elini taşın altına koyabileceği ve siyasal mücadelenin aktif birer öznesi haline getirmenin zamanı.
Seçim sürecinde usulsüzlüklerden bilgi sahibi olmak ve haberleşmek için kullanılacak alternatif iletişim kanalları ancak o güne kadar yürütülecek mücadelenin bir sonucu olarak anlamlı hale gelecektir. Aksi halde “adamın kazandığını” hangi mecradan öğreneceğimizin bir önemi olmayacak.