Sedat Peker’in videolarını izliyorsunuzdur. Yazı o videolardaki içerikleri anlatmıyor. Hatta içeriklerin bu kadar ilgi görmesi şaşırtıcı, çünkü açtığı her flaş konu aslında açık kaynaklarda daha önce gündeme gelmiş konular. Yani henüz bilmediğimiz bir şey söylemedi. Ama sanırım kendi söylemiş olması dikkatleri üzerinde topluyor.
Yazının ilgilendiği sorular daha çok, bir devlet mafyaya niye ihtiyaç duyar ve ekonomi politikaları açısından bu ihtiyaca bakabilir miyiz?
Malum devletin ekonomide ne işi var denilen rüzgarlardan geçildi, birçok ticari alan özelleştirildi. Özelleştirilmeler yapılırken bazı yeni zenginler yaratıldı. Ama bir iktidar sahibinin X patronunun zenginleşmesinden bir çıkarı yoksa neden Y değil de X’i zenginleştirsin.
İşte bazı alanlarda bu beceriliyor ancak devletin bazı kamusal alanları özelleştirilemiyor. Bunların başında ise dış politika ve güvenlik geliyor.
Polis, asker vs. düşünüldüğünde, haliyle devletin ister istemez çok göstermelik de olsa bazı kanunlara uyması gerekiyor. Ama AKP iktidarı özellikle dış operasyonlarda bu riskli TSK kullanımı yerine parası maaşı ödenmiş cihatçılarla işleri götürüyor. Ama bu cihatçı tanımı bile aslında bir kılıf. Bunlar basbayağı maaşlı savaş personeli. TSK’yi Karadağ’a gönderemezsiniz, Libya’ya sadece barış amaçlı gönderebilirsiniz, Suriye’ye gönderdiğiniz rahat rahat kafa kesemez vs. ama bunu yapabilen bir ordu sizi birçok yükten kurtarıyor. Bir şey olursa, “canım onlar zaten cihatçı…”
Mafya da benzer işlevi yurtiçinde görüyor. Devletin bir işletmeye el koyması, bir iş adamına karşı komplo yapması, bazı yargı mensupları ile devlet adına pazarlık gayet riskli işler ama bunu mafya yaparsa ve açığa çıkarsa insanlar çekirdek çitlemelerinin istifini bozmaz. “Canım onlar zaten mafya…”
Orada da, tabii, aynı şirketlerde olduğu gibi bir rekabet var. Örneğin el konulan Yalıkavak marinası aslında milyar dolarlık bir yer. Usulen devlet el koysa ya işletmek ya da bir şekilde yeniden usulünce özelleştirmek zorunda ama mafya ilişkileri bu uzun süreçleri epey kısaltıyor.
Ya da uyuşturucu trafiğinde Türkiye’nin kilit noktada olması, buradan akan kara paralar… Bunu bir siyasi ajanın yapması mümkün değil, ama mafya yapabilir sonuçta mafya o.
Klasik mafya da kalmadı. Peker’inden Çakıcı’sına devletin bekası hakkında engin görüşlerini açıklamayan kalmadı. Devletin bekası mefhumu işin içine bu denli girince, “durun, mekânın sahibi geldi” diyebilecek kadar devlet içinde yetişenler de boş durmuyor. Yıllarca Kürtlere solculara karşı kıyım politikasını yürüten birçok ünlü isim bu vekâlet mücadelesinde geleneksel mafya yerine “ben varım” diyor.
Tam da bu tartışmalar içinde Kolombiya’da muz ihracatı adı altında Türkiye adresli 5 tonluk en büyük kokain sevkiyatından birisi tesadüf ki yakalandı. Tabii bu Kolombiya polisinin başarısı değil büyük ihtimalle. Bu kargaşaya mal kaptırmama çabası olarak da görülebilir. 265 milyon dolar az miktar değil. Yoksa Kolombiya iktidarının niteliği de ortada. Sadece bu haberde ilginç olan Türkiye’de bu uyuşturucu sevkıyatında hangi firmanın alıcı olarak geçtiğinin İçişleri Bakanı’nın açıklamaması (ilginç bir şekilde sorgulanmadı da). Adresin açıklanmaması bu ilişkilerin nerelere gittiğinin de göstergesi. Bir arkadaşımdan edindiğim bilgi çemberin aslında oldukça küçük olduğunu da gösteriyor. Türkiye’de Kolombiya’dan sadece 6 firma muz ithal ediyor.
Türkiye’nin ne kadar uyuşturucu trafiğine aracılık ettiği belli değil ama düşük olmadığı gerçek. Mafyanın sadece uyuşturucu ticaretinden para kazandığını düşünmek yanlış olur. Türkiye’nin AKP ekonomisinin geliştiği inşaat/arazi rantı da bu konuda önemli gelir kaynağı. Kupon arazi işlerinde imara karışan bir yönetimin bu alanı da boş bırakması beklenemezdi.
Tam da bu günlerde Maltepe’de arazi nedeniyle çıkan bir tartışmada 3 kişinin ölmesi de bunun mikro bir örneğidir. Yaşanan yer eski bir gecekondu mahallesi, kentsel dönüşümün en vahşi şekilde yaşandığı Başıbüyük. Ölenlerden birisinin hem Sedat Peker’in adamı çıkması hem de MHP üst delegesi olması birçok ilişkiyi ortaya koyuyor.
Bu mafyanın ekonomisi çok çok büyük müdür? Bence değil ama tamamen kayıt dışı olması, alınan payın daha yüksek olması haliyle mafya özelleştirmesini de cazip kılmaktadır.
Basit bir örnek vereceğim, tekstil sektöründen. Neredeyse tüm üretimi ihracata yönelik birçok tekstil fabrikası var Türkiye’de. Konu ihracat, karşıdaki müşteri kurumsal marka olunca haliyle her şey kayıtlı, vergilidir. Ama patron esas üretimden çıkan defoların, sipariş fazlalıklarının el altından piyasadaki satışını merakla bekler tablolarda. Vergi dairesine verilen bilançolarda yer almayan bu el altından satış küçüktür ama vergisiz, stopajsız direkt patronun cebine girer. O yüzden sever o küçük rakama en önce bakmayı.
Ağar’ın söylediği “ben olmasam marinayı mafya alırdı” sözü bile bu tartışmayı bitiren çıplak bir göstergedir. Başkası yiyeceğine biz yiyelim. Küçük ama maliyetsiz. Yoksa Yalıkavak Marina’sı Osman Gazi köprüsünden daha değerli değil ama o köprü herkesin gözü üstünde. Hatta iktidar bile bıkmıştır, sürekli garantili geçişleri gündeme getiren muhalefetten. Ama marinanın sahibi Azeri’iyi “fetöcü” diye içeri al sonra el koy… Tertemiz kılçıksız iş. Sonuç olarak o Azeri patron da Sovyetler yıkılırken benzer bir iş modeli ile zengin olmuştu.
Ama mafyanın önemi son başkanlık sistemi ile azalmıştır. Birçok iş alanı deyim yerindeyse kapanmıştır. Misal ihale mafyası diye bir şey duyardık eskiden, ihaleye katılan rakipleri yıldıran… Oysa şimdi zaten ihaleler 32/B maddesi ile davetliler arasında yapılıyor. 2020 yılında 42 milyar TL bu usulle yapılmış. Kazananlar ise belli “beşli çete”.
Ya da arazi mafyası. Özellikle bir araziye çökmeye çalışan bir iş adamı doğrultusunda davranan mafyalar. Ancak şimdi bunun da kolayı var. Resmî Gazete okunacak bir gazete değil ama meraktan bakın ara ara toplu “acele kamulaştırma” kararlarını göreceksiniz. Yani burada da ekmek kalmadı artık. Yeni başkan hallediyor o işi…
E o zaman Sedat Peker’i nereye koyacağız. Davutoğlu’nu siyasette nereye koyuyorsanız oraya koyacağız. İkisinin de motivasyonu aynı: “O gemide ben olmalıydım”.