İleri Haber Genel Yayın Yönetmeni sevgili Doğan Ergün'e ''iki haftada bir yazayım'' demiştim. Bunu dememdeki nedenlerden birisi de kamucu bir bakışı olan bir iktisat yazarının güncel alanda konu darlığı çekecek olmasıydı. Karşımızda 18 yıllık bir iktidar var, uygulamalarına yönelik belli eleştirileri bir yaz iki yaz dönüp dolaşacağı yer belli. Sadece 18 yıllık iktidar mı? Ondan öncesi Ecevit, Çiller, Özal vs. benzer politikaları yıllarca devam ettiren siyasetçiler. Haliyle, kamucu bir iktisatçının yazıları zamanla sıkıcı bir yemeğe dönüşüyor. Kapitalizmin krizi vs. de bir yere kadar.
Ama AKP’nin özellikle son 3-5 ayında ilginç bir eksen değişikliği var. En azından söylemsel olarak. Bu söylem zenginliği de değil iki haftada bir neredeyse her gün yazacak kadar zengin malzeme veriyor. Bu eksen kaymasının politik/siyaset bilimine dair kısımlarını diğer İleri yazarlarına bırakayım çok da yetkin olduğum bir alan değil. Ama özetlersek; milliyetçi, fetihçi, dinci ve ama daha önemlisi “millici” yanı daha da ağır basan bir ekonomik söylem.
Bu yönelimin ayak izlerini taraftarlarında da keskin bir şekilde görüyoruz. Hatta soldan çalma jargon bile giderek kuvvetlendi ekonomi alanında. Ayasofya ve Kariye müzelerini camiye çevirmeleri siyaset biliminin alanı, soldan da çalınabilecek bir jargon yok oralarda ama ekonomi alanında bu jargonun nasıl kullanıldığını ve kesişme noktalarını elden geldiğince yazayım.
Geçtiğimiz günlerde Vestel fabrikasında Covid’e bağlı ölüm haberleri geçti. Resmi olarak adıyla sanıyla bilinen 3 ölüm var. Yerel kaynaklara göre 17 ölüm var. O dönem Türkiye İşçi Partisi üyeleri de Vestel’in sahibi Zorlu Holding önüne giderek protesto yaptılar. Protesto metninde Holding patronu Mehmet Naif Zorlu’nun ısrarla “Vestel’de bu sene %30 büyüyeceğiz”, ''İnanılmaz satış rakamlarına ulaşacağız” gibi ifadelerine değiniliyor. Bu sözler salgından önce söylense bir nebze anlaşılır ancak açıklamalar 30 Mart ve 7 Temmuz tarihlerinde yapılıyor. Yani salgının tam da tüm dünyada iyice tavana vurduğu, etkisini insanların henüz ölçemediği dönemlerde. Ama Zorlu kendinden emin. Çünkü Vestel'in rakipleri Çin'de, Avrupa'da fabrikaları durdurup salgının etkilerini azaltmaya çalışırken, Vestel bunu tarihi fırsata çevirmeye çalışıyor. Peki gerçekten de satışları arttı mı? Evet arttı; Vestel halka açık bir şirket olduğu için bilançolarına rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Vestel satışları, salgının yaygınlaştığı 2. çeyrekte, Covid-19’un etkisinden azade olunan ilk 3 aya göre %20 arttı. Ama kârlılık daha da coştu. Herkesin ekonomik krizden dolayı iflas noktasına geldiği dönemde net kârı, bir önceki çeyreğe göre %60 arttı. Yani Zorlu için salgın resmen kurtarıcı etki yaratmış, satışları ve karlılığı roket hızıyla artmış.
Salgında ölen işçilere dönelim. O dönem sosyal medyada #VestelVirüsSaçıyor etiketine karşılık, Vestel ve AKP trolleri, bunun bilinçli bir saldırı oluğunu, yerli araba konsorsiyumunda da yer alan Vestel'in zayıflatılmaya çalışıldığını, haliyle bu kampanyanın yerli arabasını engellemeye çalışanların komplosu olduğunu iddia etti. Yani, yerli sermayeyi ve yerli araba üreticisi adayını meğer emperyalizmin ve yabancı sermayenin sesi olarak biz zayıflatıyormuşuz. Kimsenin aklına ölen işçiler gelmiyor. Bu salgın ve kriz döneminde rekor üstüne rekor kırmak için geçtik vardiya sayısını azaltmayı, bant sayısını ve hızını yavaşlatmayı, 700 işçi daha alıyor Vestel. Demek ki sermaye “yerli” ama işçiler “Papua Yeni Gineli.1
Benzer eğilimleri diğer yerli sermaye aktörlerinde de görüyoruz. Dardanel, salgın döneminde artan siparişleri karşılamak için üretime kesintisiz devam ediyor. Satışları yüzde 91, kârlılığı ise inanılmaz bir şekilde yüzde 900 artıyor. Sonuç Covid-19 salgının fabrika ortamında aşırı artışı ve çözüm olarak işçileri fabrikada “çalıştırarak karantinaya almak”. Madem hastasın; eve gitme, sokağa çıkma, çalış fabrikada!
Benzer haberler o kadar çok ki, örneğin İşçi TV’ye gelen mesajlardan birisi de oldukça ilginçti. Normal dönemlerde pazar günü çalışmayan bir ambalaj fabrikası, Avrupa’daki en büyük rakibinin üretime ara vermesi sonucu pazar payını artırmak için pazar günleri de çalışmaya başlıyor. Hem de ülke çapında sokağa çıkma yasakları ilan edildiği günlerde. Zaten iş yerlerinin tek tek özel izin alması yerine OSB’lere toplu izin vererek süreci rahatlattılar.
Konuyu dağıtmayalım, bu yerli/milli sermaye kavramları Türkiye solunu da 1960-70’li yıllarda epey uğraştıran bir meseleydi. Şimdi sadece Perinçek uğraşıyor neyse ki. Ama Albayrak tarihsel çatışmayı çok daha gerilere çekerek, “bizler de ecdadımız gibi tam bağımsız ekonomi mücadelesi veriyoruz” dedi. “Tam bağımsız…” Haliyle insanın kulağında bir tını yapıyor. Ama Albayrak sanırız ecdadımız derken MDD/Yön vs. tartışmalarını kastetmiyordur. Malum onların ecdadı Osmanlı. Öncelikle Yeniçağ’a kadar Osmanlı gibi imparatorlukların temel geliri işgal edip zenginliğe el koyma/vergilendirme politikasıydı. Haliyle pek tam bağımsız ekonomi vs. dememişlerdir. Hatta ekonomi nedir pek bildiklerini de sanmıyorum. Hatta o kadar bilmiyorlar ki, yağma/vergi gelirleri karşısında bir işe ait sürekli gelir modellerini küçümsediler. Kapitülasyonlardan bahsediyorum elbette: bir yabancı devlete/şirkete belirli bir alandaki ekonomik geliri elde etme hakkı verilmesi. Genelde kapitülasyonlar Osmanlı’nın çöküş dönemine ait bir uygulama olarak bilinir. Kısmen doğru olmakla beraber ilk olarak Fatih Sultan Mehmet'le başlar. Yani tam da zirve öncesi. Ama bu ecdada benzemeye çalışanların gözden kaçırdığı ise o dönemde şimdiki kapitülasyonlar gibi dolarla ödeme yapılmıyordu. Hatta ödeme yapılmıyordu, sadece o gelirden Osmanlı vazgeçiyordu. Şimdi “Tam bağımsız ekonomi mücadelesi veriyoruz” deyip '''Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz” diye soran Albayrakgiller tüm kapitülasyon anlaşmalarını dolarla yapıyor. Osmangazi Köprüsü’nden, 3. havalimanına (yanlış olmasın orada euro); şehir hastanelerinden, kuzey otoyollarına kadar tüm ihalelerde geçerli birim USD. Ama çok gariptir, hani yabancı ile iş yaparsın USD anlaşırsın vs. anlaşılır ama anlaşmaların karşı bacağında gördüklerimiz genellikle Cengiz, Kolin, Limak, Rönesans. Yani ''bizim çocuklar'', ''yerli sermayemiz''... Tam bağımsız ekonomici iktidarımız ile yerli sermayemiz USD üzerinden anlaşma yapıyor. Osmanlı’ya tek benzer yanı padişah isimleri bolca dağıtılan yapılar. Ecdat toprağından çıksa o bile “yuh” der. “En azından biz Osmanlı sikkesi üzerinden hesap yapıyorduk, Venedik Duka’sı aklımıza bile gelmemişti.”
Tam bağımsız ekonomicilerimiz şimdi de milli gaz sevinci yaşıyorlar. Gaz ne kadar, nasıl çıkar, maliyeti ne, ekonomik değeri nedir? Şimdi bol bol tartışıyorlar TV’lerde. Araya girmeyelim ama bir yandan da yine milli meseleye gelelim. Derelerimiz milli, çaresi yok zaten coğrafya kaderdir… Güneşe de kimse milli mi yabancı mı diye bakmıyor. Ama elbet bunların da bir dinamiği var. Ama bu iki kaynaktan da Türkiye ciddi enerji üretiyor. Şaşıracak mısınız bilmiyorum ama Havva Anaların sahip çıkmaya çalıştığı dereleri Cengizgiller/Kolinler elektriğe çevirip yine bu bağımsız ekonomicilere USD ile satıyor. Dere milli ama devlet oradan üretilen elektriği Cengizgillerden kilovat saati 10.50 USD/Cent'e alıyor. Tabii garantili. Ne gariptir ki, dünyada piyasası ise 5,50 cent. Yani kendi deremizi iki katına dolarla satın alıyoruz. Güneş enerjisi de öyle, 13,30 cent. Tam da Erdoğan’ın, açılış yaparken “2 gün sonra bir müjdemiz var” diye konuştuğu tesis bir Kolin yatırımı: Türkiye’nin en büyük güneş enerjisi santrali. Kolin ''Batar mıyım eder miyim” diye düşünmüyor bu maaşını dolarla alamayanların ülkesinde, çünkü garantili dolar birim fiyatı ile satacak. Kamu ister alır ister almaz, fazlası olursa verirsin toprağa. Aynı köprüler gibi ister geç ister geçme alırım parasını.
Hafiften toparlayalım yazıyı. İktisat fakültesinde makro iktisatın ilk dersi. Katıksız liberal, piyasacı Prof. Dr. Necati Mumcu kürsüde, “Eskiden derslerde sosyalist iktisadı ayrı, kapitalist iktisadı ayrı anlatmak zorunda kalırdım. Neyse yıkıldılar da artık tek iktisat anlatıyorum” demişti. Haliyle kapitalist ekonomik sistemde “tam bağımsızlık” nasıl bir şey bilmiyorum, fakültede bize öğretmediler ama yerli sermaye ile dolar taahhütlü iş yapan belki de dünyadaki tek iktidarın en azından bu konuda tek bir kelime dahi harcaması lüzumsuzluktur. Basın medya tekeline sahip olmaları, kelimeleri/kavramları israf etmelerine bahane olmamalıdır.
Şimdi bir gazımız eksikti. Kim bilir Cengizgiller milli gazı, “tam bağımsız ekonomici” iktidara kaç dolardan satacak... Harıl harıl bunun hazırlıklarını yapıyorlardır ama dünya ortalamasından daha pahalı olacağını şimdiden yazıp “ben demiştim zaten”lerde yerimi ayırtayım.
Bu ülkenin dolarla iş yapan iktidarı ve yerli müteahhitlerini, yerli sermaye ile salgın döneminde gaza basan milli patronlarını elbet esas yerli “Papua Yeni Gineli işçiler” bir gün dize getirecektir.
(1) Papua Yeni Gineli işçilerden özür diliyorum. Hangi ülke desem başka bir polemik konusu olabilirdi. Ama kendileri çok uzakta ve kapitalist/modern ilişkilerden biraz azade oldukları için bu ülkeyi seçtim. Yoksa onlar da ölmesin.