Sıcak…

Ülkenin sıcak gündemi içinden, öne çıkan üç başlık seçilebilir…

Sıralarsak, metal işçilerinin grevi; Yunanistan seçimleri sonuçları üzerinden bizdeki seçimlerde ne yapılacağı işi ve Haziran Hareketinin çağrıcısı olduğu 8-13 şubat “laik ve bilimsel eğitim” eylemlilikleri…

***

29 Ocakta, Birleşik Metal-İş sendikası üyesi metal işçileri 10 kentte 22 fabrikada greve çıkma kararı alıyor. Sendika, 22 Şubat’a değin üyesi bulunan tüm iş yerlerinde yani 42 fabrikaya grev dalgasının genişleyeceğini ve katılan sayısının 15 bine varacağını duyuruyor…

Tekel direnişi, Haziran’ın nasıl öncül habercilerinden birisi oldu ise, metal işçilerinin bu eylemliliğini de gelecek günlerin umudu olarak bir yana şerh düşmek gerekir.

Grevin rüzgarı ensede hissedilince, hükümet, milliliği ve güvenliği kendinden menkul bir nedenle grevleri durduruyor. İş mahkemelik; ne ki işçilerde direnç ve moral yerinde…

Yani emekçiler, “kendinde sınıf” olmaktan “kendi için sınıf” olmaya hem farkındalık geliştiriyor, hem de bunun bilincinde olduklarını bir kez daha gösterip umudumuzu tazeliyor.

Metal işçilerinin çabalarını, grevde öncü işçi liderlerinin sosyalizan örgütçülüğünü iyi okumak, anlamak ve hayatın her alanına taşımak gerek…

***

Yunanistan seçimleri Syriza’nın seçimlerden galip çıkmasıyla sonlandı. Sonrası, sağcı Anel partisi ile birlikte bir koalisyon hükümeti kurdular…

Syriza’nın seçim galibiyeti, suyun bu yanında epeyi tartışmaya neden oldu; halen de konuşulmaya, yandaş olunmaya; karşıdan durulmaya veya ders çıkarılmaya devam ediliyor…

Önceki haftaki yazıda değinmiştim. Syriza’nın ne yaptığını görelim, öğrenelim! Dünyanın dört bir yanındaki toplumsal gelişmelerden kendimize deneyim edinelim. Ne ki kendimiz için asıl olan, kendi işimize bakmaktır. Kendi koşullarımıza, sahici ve buranın damarına uygun yerli çözümler üretmektir.

Syriza’nın bir kapitalizm restorasyonu olduğu tespiti ile YKP’nin kendisi ile Syriza arasına koyduğu mesafeden, kendimiz ile Syriza arasına daha fazla mesafe koyma çabası; ya da kendimizi ayna hayalinde tıpkı Syriza’ya benzetip, “biz işte oyuz” deme hali, Türkiye’nin emekçi halkı ve mücadelesi için ne kadar ilerleticidir? Hele bu bağlamdan sanal ortamlarda kapışmak; beraber olması, yan yana durması gereken bütün cenahların gereksiz tartışmalar içinde bulunmasına ne denmelidir?

Haziran Direnişi kendi kendine örgütlenir ve halk sokağa çıkarken; belki naif gibi gelen ve oysa son derece siyasi bir talep olan “hükümet istifa” şiarı meydanlarda haykırılırken; halk sınıfları ve öncü gençler ölümden korkmadan ve 20'li yaşlarının baharında diktatörlüğün üstüne üstüne yürürken, gündemde Syriza mı vardı ki, memleketin kaderini tayin etmekte bundan sonra da Syriza olsun.

Solun içinde kendimize mutena noktalarda cenah tutup, o noktadan karşıya salvo atışı yapmayı bırakmayı ve enerjimizi toplumsal kurtuluşu nasıl örgütleyip, utkuya nasıl beraber varacağımızı hesaplamalıyız…

Haziran'da kapıyı çalacak seçimleri şimdiden düşünmek kuşkusuz gerekiyor. BHH örgütlenmesi için de kuşkusuz önemli bir başlık oluşturuyor.

Eğer Syriza ile arada mutlaka bir bağ kurulması gerekiyorsa, Syriza’nın bir günde ortaya çıkan bir politik hareket olmadığını da görmek gerek. Yani kendimizin, yani BHH’nin seçim işinde nasıl bir siyaset geliştireceğine soğuk kanlı bakmak gerek.

Tamam, AKP bir kez daha ve Anayasa’yı değiştirme erkiyle beraber iktidarını konursa, AKP’nin karşısında duran halk cenahları bakımından diktatörlük daha da şiddetlenecektir. Ne ki yeni doğma aşamasında olan Birleşik Haziran Hareketi de, doğru siyasetler bağlamında örgütlenmez ise, doğmadan ölme tehlikesi ile karşı karşıya bırakılabilir.

BHH şu haliyle seçimlere doğrudan ve kendi adıyla katılabilecek bir tabela örgütü değildir. Tabela örgütü olma saikiyle de bir araya gelinmiş falan değildir. Ne ki bir siyasi güç olma özelliğini hem kurmak ve hem de siyasetin kurulmasında kurucu özne olarak varlığını kanıtlamak durumundadır. Tek başına sokak siyaseti, ya da siyasi bilinçlenmeyi derinleştirme çabalarının siyasi atalet oluşturmama zorunluluğunu, eş zamanlı çözümlemek, kotarmak ve Türkiye gündemine oturtmak zorundadır.

Seçimlerde ittifak aranışları olabilir. Başlangıçtaki hedefler içinde CHP, HDP öngörülebilir. Bu partiler açısından siyaset belirlenimi giderek berraklaşmaktadır. HDP, bir Türkiye partisi olmak adına kendi başına seçimlere gireceğini belirtmektedir. CHP ile ittifakın gündemde olmadığı veya tersinden yani CHP tarafından da böyle bakıldığı iyi bilinmektedir. HDP, Haziran Hareketi’nin kimi özneleriyle görüştüklerinden bahsetmektedir. Kimilerinin HDP listelerinden aday olabileceklerini ve seçimden sonra kendi siyasi hareketleri adına istifa da edebileceklerini bildirmektedir. Hareketin kimi öznelerinin de bu bağlamda HDP’ye sıcak baktıkları da iyi bilinmektedir.

Kürt siyasetinin farklı aktör ve cenahlarıyla önemli bir gösterge oluşturduğu bu aşamada, AKP ile yaptığı işbirliğinin görüntüleri de ortadayken, yukarıda bahsedilen kurucu siyasetle gerçek ve kalıcı doğru bir menzile, nasıl girebileceği hayli su götürür bir noktadır.

Kısacası bir şeylerin nasıl ve ne zaman, ne ve kimin için yapılacağı yolundaki sorulara cevap verme adına daha hayli fırın ekmek yenmesi ve doğmamış çocuğa doğru donu biçebilmek için adımların dikkatli atılması gerekmektedir.

Hiçbir şey demedin diyenlere şöyle demek gerekir! Siyaset kuruculuğu Haziran öncesi gibi sütre gerisinde değildir. Halk sınıfları bütün renkleri ve farklarıyla hareketlenmiş ve birbirine tutunmak için önemli bir deneyimin içinden geçmiştir. Siyaset kuruculuğunda hem sınıf mücadelesi, hem ideolojik bilinçlenme ve hem de gündelik pratiğin yakıcı zorunluluk ve esneklikleri bir arada yaşanmaktadır. Seçimler nihai hedef olmasa da yakın dönem arayışı içinde önemli bir hamle başlığı olarak karşıda durmaktadır. BHH, bu süreci kendini dağıtmayan bir yapıcılık, tahammül ve esneklikle ve siyasetin kuruluşunda dostça ikna temelinde en geniş, görüşme ve diyalog sürecinde kurmak durumundadır. Ortaya dökülenler ortak bir imbikten süzülmeli ve mücadelenin sonrasına dair kurulan mevziler yıkılmadan karar verilmeye özenle dikkat edilmelidir. Bu günün yürütülen siyasi ilişkilerine de böyle bakmanın bir doğruluk payı içerdiği düşünülebilir. Bu konuda şimdi yazılanlar kendi açımdan yapacağım tartışmalara da böylelikle bir ilk kapısı açsın…

***

Bu günlerde, BHH hareketi hem varlığını biçimlendirme ve hem de toplumsal karşılık bağlamında çağrıcı olma aşamasındadır. 8 Şubat Pazar, “Laik ve Bilimsel Eğitim” mitingi var. Bunu destekleyen boykot çağrısı ise 13 Şubat tarihini gösteriyor.

Eğitimin ilk basamağından, yükseğine, hizmetin ve tüm sürecin sekülerlikten nasıl arındırıldığını ve dini dogmalarla doldurulduğunu çağcıl olarak yaşıyoruz. AKP buradan yeni nesiller yaratmak istiyor. Bunu saklamıyor da; inanmış nesillerle dinin hukukunu, yani şeriatı öngören bir toplum biçimini memleket insanın kafasına torba diye geçirmeye çalışıyor.

Kronolojik bilgi gereksiz. Ne ki 4+4+4 düzenlemesi yapıldığında da geriye bastırılması için az buz mücadele verilmedi. Okulların imam hatipleştirilmesi furyasına veliler, çocuklarıyla beraber direndiğinde kimi mevzi başarılara da imza atıldı. Bütüncül olarak bakarsak, cephe boyu yenilgilerdeyiz. Oysa yarınımızı kurtarmak ve geleceğimizi baştan aydınlanmacılık üstüne kurmak için “hattı müdafaa değil, sathı müdafaa” yapmak durumundayız. BHH o sathı bütün memleket ve güncel başlıkta onun eğitim sistemi olarak okumaktadır.

Pazar günü halk sokakta, Kadıköy’de olmalıdır. Pazar günü Türkiye Kadıköy olmalıdır. Takkeli veya yüzü peçeli bir gençlik ve Türkiye metamorfozuna karşı ve geleceğimize sahip çıkma adına yerimizde oturmayacağız.

İleri…

[email protected]