Bir alıntıyla başlıyoruz:
“Yaklaşık 40 yıl oluyor, tarihin birinci plandaki itici gücü olarak sınıf mücadelesini, özellikle burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesini çağdaş toplumsal devrimin manivelası olarak öne çıkardık.” (Marx-Engels, Sınıf Mücadelesinin Strateji ve Taktikleri, 1879, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1879/09/17.htm)
Bizce alıntıda yer alan “özellikle” sözcüğü, sınıf mücadelesinin burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeleden ibaret görülmediğine işaret etmektedir. Evet, toplumsal devrimin “manivelası” o mücadeledir; ama bu arada gene sınıfsal temelde başka mücadeleler de cereyan etmektedir.
Nitekim Marx “Fransa üçlemesinde” sınıf mücadelesinin aktörleri arasında büyük toprak sahiplerini, finans aristokrasisini, büyük sanayicileri, ordunun üst kademelerini, kiliseyi, basını, vb. sayar.
***
Rusya’da Stalin 1906 yılında yazdığı bir makaleye “günümüz toplumu son derece karmaşık” cümlesiyle başlar.
“Sınıflardan ve gruplardan oluşan karmakarışık bileşimin” unsurlarını sıralarken, burjuvazinin, feodal toprak sahiplerinin, kilisenin, bürokrasinin, aydınların ve işçi sınıfının farklı kesimlerinden söz eder. Devamla, “toplum geliştikçe” ve kritik uğraklara gelindiğinde, bu karmaşık tablonun sadeleşeceğini, kapitalist kamp ve proleter kamp olarak iki kutbun öne çıkacağını ekler (J. Stalin, Sınıf Mücadelesi, 1906, https://www.marxists.org/reference/archive/stalin/works/1906/11/14.htm)
Zemin ya da “teorik çerçeve” aşağı yukarı budur; peki, buradan nereye?
***
Konu, burjuvazi ile proletarya arasındaki temel karşıtlığın siyaset sahnesine nasıl yansıdığıdır.
Karşıtlık, siyaset sahnesine günümüzde olduğu gibi aşırı dolaylı, kırılarak ve başkalaşarak yansıyorsa bu sahne fazlasıyla kalabalıklaşır. Marx, Engels ve Stalin kendi dönemlerinde kalabalığın unsurlarını sıralamıştı. Bu unsurlardan kimileri günümüzde de sahnededir; kimilerinin yerini başkaları almış, hepsinin üzerine bir de “yenileri” eklenmiştir.
Sonuçta, bugün örneğin Türkiye’de siyaset sahnesi, toplumsal düzlemde bire bir karşılığı olmayan bir “yığılma”, “aşırı yüklü olma” durumu sergilemektedir. Stalin 1906’da toplumun “karmakarışık” olduğunu söylemişti; günümüzde ise toplum o kadar karışık değildir; asıl karışık olan siyaset sahnesi ve siyasal süreçlerdir.
Açıklanması gereken ve paradoksal olarak tanımlanabilecek durum şudur: Geçmişte, siyaset sahnesini kalabalıklaştıran etmen henüz tamamlanmamış burjuva devrimlerken bugün bu kalabalığın (en azından Türkiye’deki) başlıca nedeni, “burjuva” nitelikte herhangi bir ileri hamle için boşluk kalmamış ve her kesimin aynı “ekonomik modeli” şöyle ya da böyle benimsemiş olmasıdır…
“Temel” artık tekleştiği söylenebilecek bir örüntü/model sergilerken, onun siyasal üstyapısı nasıl olur da bu kadar “çeşitlilik” taşıyabilir?
***
Siyaset bilimcilerin üzerinde durmaları gereken bir konudur; bizimse herkesi tatmin edebilecek bir açıklama yapma iddiamız yoktur.
Bununla birlikte, ön açıcı olabilecek üç önerme üzerinde durabiliriz.
Birincisi: Burjuvazinin ve onun çeşitli siyasal aktörlerinin kendi aralarındaki rekabet ve çekişmeler, işçi sınıfı hareketinin ve sosyalizmin gerilediği ortamlarda kendilerine daha büyük boşluklar bulabilmektedir.
İkincisi: Geçmişte, kapitalizm öncesi yapıların çözülmesi, sanayileşme, kalkınma, ithal ikamesi, “sosyal devlet” gibi ekonomik yapıyla doğrudan ilişkili kapsayıcı paradigmalar siyaset sahnesini seyreltici ve sadeleştirici sonuçlar vermişken bugün böyle bir etki söz konusu değildir.
Üçüncüsü: Birikim modeli, “başka alternatif yok” denilip her kesim tarafından benimsenmiş olsa bile ha bire “eğri” yanlarını ortaya koyan bir deve gibidir. Devenin eğri yanlarını düzeltme iddiaları, siyaset sahnesindeki aktör sayısını artıran ve rekabeti kızıştıran bir etmendir.
***
Gelecekte ne olur diye sorulursa:
Türkiye dâhil herhangi bir ülkede “kapitalist kamp ve proleter kamp olmak üzere iki kutbun öne çıkması”, köklü altüst oluşların yaşandığı ortamlar, ancak devrimle ilişkilendirilebilecek kritik uğraklar dışında, siyasetin normal akışı içinde mümkün görünmemektedir.