4 Haziran’da Duvar’da yayınlanan Besim F. Dellaloğlu imzalı “Solcu Aydının Krizi” başlıklı yazı solda ilgi çekti. Ardından 23 Haziran günü İleri Portalde Güray Öz’ün “Bir ‘Solcu Aydın’ Krizi” başlıklı eleştirisini okuduk. Öz’ün eleştiri oklarının hedefinde Dellaloğlu’nun yazısı yer alıyordu.
Bu yazıdaki amacımız tartışmayı aynı doğrultuda sürdürüp Güray Öz’ün söylediklerine birtakım ekler yapmak değil. Görebildiğimiz kadarıyla solda Dellaloğlu’nun yazdıklarının ötesinde çok daha genel bir “solcu aydın” anlayışı var. Bunun temelinde yattığını düşündüğümüz bir solcu aydın ontolojisi ile birlikte…
Amacımız, bu anlayışın ya da ontolojinin öteden beri genel kabul gören “doğrularının” ne kadar doğru sayılabileceğini tartışmak.
***
“Uyumayacaksın/Memleketinin hali/Seni seslerle uyandıracak/Oturup yazacaksın/Çünkü sen artık o sen değilsin/Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin/Durmadan sesler alacak/Sesler vereceksin.”
Melih Cevdet Anday’ın bu dizeleri iyi bir başlama noktası olabilir. Düşünelim bakalım; aydın adayı Anday’ın betimlediği süreci yaşarken neler olur, neler olmaz.
Birincisi: Bize göre, solcu aydının kendini nasıl “kurduğu” ile halka ne ölçüde hitap edebildiği, onun ortamına ve dünyasına ne kadar değebildiği arasında zorunlu denebilecek bir ilişki yoktur. Başka bir deyişle solcu aydının kendini bireysel düzlemde öyle değil de böyle “kurması”, daha işin başında onu halka “yakınlaştıracak” ya da ondan “uzaklaştıracak” bir faktör olamaz. Böyle düşünenler varsa, örneğin zamanında bu ülkede halka en çok değmiş solcu bir aydın olarak Çetin Altan’ın kendini nasıl “kurmuş olduğu” sorusunun cevabını kendilerinden bekleriz.
Elbette, kendini Altan gibi “kuramayan” dönemin başka solcu aydınlarıyla karşılaştırmalı olarak…
“Ama ortam çok farklıydı”, “ortada TİP gibi bir parti vardı”, “Türkiye bir geçiş dönemindeydi” gibi ek açıklamalara başvurmadan…
Çünkü biz de zaten bunu anlatmaya çalışıyoruz: Bu tür faktörlerle birlikte aydının kendini nasıl kurduğu (ontoloji) geri planlara düşer, işin içine aydın ontolojisi dışında yeni, aydının kendini kurarken baştan hesap etmesi mümkün olmayan süreçler girer. Ve birbirinin aynı denebilecek iki “kurulum” dış halkalara uzanıldığında çok farklı sonuçlar verebilir.
Yani biri, “böyle” diğeri “öyle” ise bunun nedeni en baştaki kurulum değil, yeniden şekillenen kişisel özellikler ve yetenekler dâhil olmak üzere başka faktörlerin devreye girmesidir.
İkincisi: Solcu aydın, kendini ancak (en çoğu) bir sosyalist ve/ya da Marksist olarak kurabilir. Bu kadardır ve bu kadarının içinde bir de “halkın dilinden anlamak, onun nabzını tutmak” gibi bir meleke yer almaz. “Ama onlar da olsun” deniyorsa, örgütle, pratikle ve deneyimle olur; kuruluş sırasında edinilen ontolojik (varoluşa ilişkin) özelliklerle değil…
Üçüncüsü: Solcu aydının ontolojik kriterinin “halka gidip onun ortamını teneffüs etmek” olarak görülmesi Marksizm’den ve sosyalizmden çok halkçılıkla ilişkilendirilebilecek bir anlayıştır. Burada kastettiğimiz, çoğu kez farklı anlamda kullanılan popülizm değil, Çarlık Rusya’sında Narodnaya Volya tarafından temsil edilen türde halkçılıktır. 1900’lerin başında bize de uğramış, Cumhuriyetle birlikte varlığını sürdürmüş, ardından Attila İlhan dâhil pek çok solcuda cisimleşmiştir (köye gidip oradaki insanlara yardım eden idealist aydın teması).
***
Umarız buraya kadar yazdıklarımız solcu aydının “halka yakın olmasının” gereksiz görüldüğü şeklinde yorumlanmaz.
Tekrar edersek, söylediğimiz şudur: Halka yakın olmak, onun dilinden anlamak, onun ortamlarını teneffüs etmek, vb. solcu aydının kendini kurmasında vazgeçilmez özellikler olamaz; bunlar olacaksa (ki olmalıdır) örgütle ve hareketle olabilir, bireysel düzlemdeki bir “ilk kuruluşla” ve onu izleyen gene bireysel bir tekâmülle değil, kolektif bir çabayla gerçekleşebilir.
Dolayısıyla doğru soru, “solcu aydın neden şöyle değil, şöyle olamıyor?” değil, “solcu aydınlar neden yapmaları gerekeni yapabilecek kolektifleri yaratamıyorlar?” olmalıdır.
Solcu aydınların etkili kolektif yapıları ancak kendilerini “doğru kurduklarında” yaratabilecekleri gibi bir görüş varsa bu görüşün tamamen idealistçe olduğunu söyleyebiliriz. Bir de maddi süreçlerin çok yönlü ve eşitsiz akışına, açıkçası “diyalektiğe” taban tabana zıt sayılmalıdır…