Solun doğruluğu su götürür üç doğrusu

Açık konuşmak gerekirse, bugün Türkiye solunun büyük bölümünün kabullenmiş göründüğü, söylendiğinde pek itirazla karşılaşmayan kimi “doğrular” konusunda bizim ciddi eleştirilerimiz ve kuşkularımız var.

Bunlardan biri, kaos/belirsizlik ile denge/istikrar arasındaki ilişkilere yönelik yaklaşımdır.

Türkiye solunda benimsenen anlayışa göre bir tarafta kaos/belirsizlik ile diğer tarafta denge/istikrar iki ayrı eksen oluşturur; siyaset de bu iki eksen arasında salınım gösterir, gidip gelir. Salınım, bir noktadan sonra dengeye/istikrara daha fazla değmeye başlar ve neticede belirli bir dengenin/istikrarın sağlanmasıyla birlikte “kaotik gidiş” de sona ermiş olur.

“Liberal restorasyon” teorilerinin özünde de bu anlayış yatar.

Biz bu anlayışa, hem oturduğu sistematik hem de güncel karşılığı açısından köklü bir itiraz yöneltiyoruz.

Bizce siyasetin biri kaos öbürü istikrar olmak üzere iki eksen arasında salındığı görüşü temelden yanlıştır.  Çünkü ortada iki ayrı eksen değil tek bir kol, tek bir hat ve mecra vardır; dolayısıyla “salınım” denebilecek bir durum da yoktur. Olan, tek bir bütünlüğün kendi içindeki kaos dinamiklerinin istikrar ve denge olarak kabul edilen durumları davet etmesi, istikrar ve denge olarak kabul edilen durumların da kendi içinde yeni belirsizlikleri ve kaotik süreçleri barındırması, bunları tetiklemesidir.

Burada yalnızca Türkiye’nin son dönemleri için geçerli sayılabilecek bir modelden söz etmiyoruz.

Her zaman ve yer yerde böyle olur, böyle olmuştur ve böyle olacaktır.

Yani ortada iki ayrı eksen ve bu iki eksen arasındaki salınımlar değil, tek bir gövdenin kendi içinde barındırıp ortaya çıkardığı birbirine zıt eğilimler vardır. 

“İki ayrı eksen” modeli, özünde idealisttir.

Sonuç:  Türkiye’de kaosun ve belirsizliklerin ağır bastığı, üstelik uzun sürdüğü bugünkü siyasal süreçler, denge ve istikrar adına tasavvur edilenleri, gönüllerde yatanları ve önerilenleri de zayıf ve eğreti hale getirmekte, bu bağlamda gerçekleşebilecek olanları bile yeni kaos ve belirsizliklerle “enfekte etmektedir”.   

Düzenin nasıl bir denge ve istikrar aradığı konusunda diyen diyeceğini desin de en azından biz bunun sağlanabileceğine fazla inanmayalım…

***

Başka bir konu:

“Derin devlet”, “kontrgerilla”, “Gladyo”, “Ergenekon” gibi adlandırmaların kullanılmasındaki sıklık ve yaygınlık, bir baskı aygıtı olarak devleti neredeyse temize çıkaracak düzeylere ulaşmıştır.

Meramımız şu:

Dünyanın tüm kapitalist ülkelerinde ve özellikle 20. yüzyılla birlikte (buna genel oy hakkı ve serbest seçimlerle birlikte de diyebiliriz) tarihin her döneminde siyasal parti iktidarlarının dışında/yanı sıra bir “devlet aklı” ve bu aklın temsilcileri hep olagelmiştir. Bu temsilcilerin “kurumsallaşma” örüntüsü ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir; ama hep vardırlar ve başlıca işleri de siyasal iktidarlara devletin ali menfaatleri gereği ayar vermektir.

Nitekim bugün Türkiye’de “ilerici” ve “AKP karşıtı” pek çok yazar, mevcut rejimin Suriye politikalarının geldiği son noktayı eleştirirken “devlet aklının” bu gidişe bir dur demesi gerektiğinden açık açık söz etmektedir.

Şimdi, durum buyken “devlet aklının” ve bu aklın gizli/açık aygıtlarının cinayet ve provokasyon odaklarına indirgenmesi, yalnızca bunlardan ibaret sayılması, devletin böyle işlerle uğraşmayan birimlerinin aklanmasından, böyle işlerin dışındaki müdahalelerinin de “normal sayılmasından” başka anlama gelmez.

İstenilen bu mudur?

***

Son konu ya da başlık:

Başkaları istediği kadar kullansın, ama biz “Fetö’nün siyasi ayağı” sözünü hiç kullanmayalım.

Bari biz kullanmayalım…

Devletin hemen her kurumuna, orduya, yargıya, eğitime, her yere sızdığı, buralarda yapılanmalar oluşturduğu söylenen bir hareketin “siyasi ayağının” merak ve araştırma konusu olması sizce hayli tuhaf bir durum sayılmaz mı?

Hiç olmazsa “siyasal partiler arasındaki ayağı” densin de biraz daha mantıklı olsun…

Siz, bilmem kaç kaç tane şirket satın alan, ihracat ithalat işleriyle uğraşan ve pek çok yöreye yatırım yapan bir şirketin “ekonomik ayağının” araştırılması gereken bir meçhul olarak ortada durduğunu hiç duydunuz mu?