Sosyal demokrasi, demokratik sosyalizm ve sosyalizm

Sosyalizm imkânları açısından bakıldığında dünyamızda 40 yıllık bir dönemin artık kapandığını gösteren işaretler var.

Daha dar anlamda alındığında sınıf hareketinde pek bir canlanma görülmüyor; ama sınıfsal kimliği biraz daha karışık, geniş tabanlı protestolara ve eylemlere tanık oluyoruz. Bu hareketlenmeleri şimdilik bir kenara bırakırsak, sosyalizmin düşünsel planda da yavaş yavaş gündeme geldiğini söyleyebiliriz.   

Bu yazıda söz konusu “fikri canlanmaya” belirli bir açıdan göz atmaya çalışacağız.

***

Görebildiğimiz kadarıyla, hâlihazırdaki kapitalizme alternatif arayan genişçe bir kesimin ekseni, sosyal demokrasiden farklı bir yere, demokratik sosyalizme kaymaktadır ve bizce olumlu bir gelişmedir.

İkisi arasında bir fark olmadığını düşünenler çıkabilir. Ancak, söylenenlere bakıldığında önemli denebilecek kimi farklılıklar görülmektedir. Gerçi sosyal demokrasi de demokratik sosyalizm de yaşanmış reel sosyalizm deneyimine “bizler gibi” yaklaşmaz; ama arada gene de önemli farklılıklar vardır: Sosyal demokrasi, örneğin 1917 Devrimini ve daha sonraki süreçleri peşinen reddederken demokratik sosyalizm bu deneyimde “olumsuz” gördüklerini özel koşullara ve birtakım zorunluluklara bağlama eğilimindedir.   

Sonra, sosyal demokrasi öteden beri “devrimci” ve “dönüştürücü” vurgulardan uzak kalmış, tamamen mevcut kapitalizm çerçevesindeki reformlara odaklanmıştır. Yani kapitalizme gerçek bir alternatif hiç aramamıştır. Son dönemin demokratik sosyalizmi ise düpedüz siyasal-toplumsal bir dönüşümü önermekte, sosyalizmi kapitalizmin alternatifi olarak görmektedir.

Devam edersek, bildiğimiz sosyal demokrasinin ideolojik-siyasal-ekonomik omurgası 1945-1960 döneminde oluşmuştur. Bu oluşumda, soğuk savaş dönemine ait entelektüel-akademik girdiler de önemli rol oynamıştır: Arendt, Popper, Orwell, Rostow, vb. Bugünkü demokratik sosyalizmin referansı ise daha çok gene aynı döneme ait bir başka kaynaktır: Albert Einstein’ın 1949 yılında Monthly Review’de yayınlanan “Neden Sosyalizm?” yazısı…  

Aslında şaşılacak bir durum yoktur: Kapitalizmin son dönemdeki yeniden yapılanması klasik sosyal demokrasinin politika-program-reform dayanaklarını da eritmiştir ve kapitalizmin 11 yıldır içinden bir türlü çıkamadığı, aşırı sağ tepkileri de gündeme getiren kriz “başka yerlere” bakmayı zorunlu kılmıştır.

Kapitalizmin payını kimsenin inkâr edemeyeceği çevre krizi de cabası…

***

Buraya kadar söylenenler yazarın özel çıkarımlarıdır ve tartışmaya açıktır.

Ancak, Türkiye’ye geldiğimizde bizce kesin bir gerçek vardır: Bugün Türkiye’de kendini “solcu” olarak tanımlayan, belirli duyarlılıklar taşıyan ve siyaseten az çok aktif denebilecek insanlara “sosyal demokrat mısınız sosyalist misiniz?” diye sorsanız yüzde 80’inin “sosyalistim” diyeceği kesindir…

Ve asıl mesele, “bizim gibi” sosyalistlerin bu insanlara nasıl yaklaşacağıdır.

Yakın zamanlara kadar sosyal medyada kullanılan, hoşa gitmeyen sorular soran herkese sille tokat girişen Stalin görselini makbul ve etkili bir yaklaşım sayamıyoruz.

Bu işin başka yolları olmalıdır.

Geçmiş “reel sosyalizm” deneyimi (1917 Devrimi değil) yeri geldiğinde, laf edildiğinde savunabileceğimiz bir hat, bir kırmızı çizgi olarak yerini korusun; ama bunun 21. yüzyılın sosyalizm arayışlarında, sosyalizmin genç insanlara tanıtılmasında ve kendini sosyalist olarak tanımlayan insanların mobilize edilmesinde pek işlevli olamayacağı da kabul edilsin…

Kritik konularda sosyalizmin savunusu, kimi tarihsel olgu ve deneyimlerden önce temel doğrulara ve ilkelere dayandırılmalıdır.

Örneğin, sınıf mücadelelerinin devrimi izleyen kuruluş döneminde de devam edeceği gerçeği başlangıç noktası olmalı, proletarya diktatörlüğü, muhalefet, çok partililik gibi başlıklar bu bağlama oturtulmalıdır.

Kısacası, gerektiğinde “kaldığımız yere” dönelim, bakalım; ama ilerlemenin kaldığımız yerden devam etmesinin mümkün olmadığını da bilelim.

***

Kuşkusuz, son dönemde sosyalizme yönelik ilgi canlanışında “burjuvazinin yeni oyunlarını” görüp buradan yeni alarm durumları çıkaranlar da olacaktır.

Onlar da ona buna Stalin tokadı atacaklarına önümüzde yeni bir dönemin olduğunu ve bu dönemin eskisine göre farklı birtakım yaklaşımları, yöntemleri ve söylemleri gerektirdiğini görürlerse çok iyi etmiş olurlar.