Soru çok basit görünse de kritik önemdedir: Sınıfa ya da daha geniş anlamda “halka”, (bilimsel) sosyalizmin kurucularının zamanında yazdıklarıyla, söyledikleriyle ve yaptıkları analizlerle mi gidilir?
***
Önce Marx ve Engels’i, ardından Lenin’i düşünürsek göreceğimiz şudur: Bu tarihsel kurucular yaşamları boyunca ağırlıklı olarak bir tür sosyalizm iddiası taşıyanlarla uğraşmışlardır. Marx ve Engels söz konusu olduğunda “muhataplar” arasında Weitling, Proudhon, Blanqui, Bakunin, Lasalle, vb. vardır. Lenin’e geldiğimizde karşı tarafta Legal Marksistleri, ekonomistleri, Menşevikleri, Narodnikleri, SR’leri görürüz. Yelpazenin Lenin’de biraz daha genişleyip liberalleri (özellikle “Anayasacı Demokratlar”) de içine aldığını söyleyebiliriz.
Yaklaşık seksen yıllık bir tarihsel dönem içinde, büyük ölçüde eleştiriler ve polemikler aracılığıyla şekillenen bir öğretinin “hatmedilmesi” değil ama öz olarak kavranması, sosyalizm mücadelesi verenler, bu mücadelede öncülük iddiası taşıyanlar ve kadrolar açısından kuşkusuz gereklidir.
Orası öyle de yaşanan zaman içinde sosyalizm hedefi için harekete geçmesi gereken/beklenen ve sosyalist kadrolardan kat kat daha geniş kesimlere de bu “bilinenler” ve “öğrenilenlerle” mi gidilecektir?
Sosyalist propaganda ve örgütlenme çalışmaları, bu bilinenlerin ve öğrenilenlerin geniş kesimlere anlatılmasına mı dayandırılacaktır?
***
Sosyalizmin sınırlı sayıda insan tarafından sahiplenilen bir öğreti ve hedef olmanın ötesinde çok daha geniş kesimlere hitap etmesi ve bu kesimler tarafından benimsenmesi, sosyalizmi anlatan öncülerle onları dinleyen başkaları arasındaki düz, tek yönlü ve özel ortamlardan bağımsız ilişkilerle sağlanamaz.
Birkaç dolayımdan söz edebiliriz.
Birincisi, ortada, geniş kesimleri kucaklayan bir hareket ve hareketlilik olması gerekir. Hareket ve hareketlilik, kendi içinde barındırdığı çeşitliliğe rağmen, tercihleri ve yönelimleri sadeleştirici bir işleve sahiptir. İkincisi, “verici” durumundaki kadroların süreç içinde aynı zamanda “alıcı” olmayı da öğrenmeleriyle ilgilidir. “Eğitenlerin eğitilmesi” ilkesi burada da geçerlidir.
Sonra, önemli bir nokta daha: Hareket içinde sosyalizmi benimseyen geniş kesimlerden “bilimsel sosyalist” olmaları da beklenmemelidir.
Örneğin, hareketlenen geniş kesimler devletin “egemen sınıfların elindeki bir baskı aygıtı” olduğu fikrine ulaşabilir; ama aynı kesimlerin, bu aygıtın ileride, sosyalist toplumun ileri evresinde “sönümleneceği” fikrine de ulaşmasını bekleyemezsiniz…
Örneğin, ücretler üzerindeki basıncın ve yaygın işsizlik olgusunun kapitalist sistemle doğrudan ilişkili olduğunu pek çok kişi sezebilir, bilebilir ya da öğrenebilir; ama bu olguların “sermayenin organik bileşimindeki değişikliklerle” bağlantısı herkes tarafından kavranmak zorunda değildir...
Sömürüldüğünü “sezen” ya da “bilen” bir işçinin, bu sömürüde nispi ve mutlak artı değer paylarını da bilmesi şart değildir...
Kitle hareketinin, radikal taleplerin, devrimci ortam ve durumların ve nihayet devrimin kendisinin, bilimin ve bilimselliğin sınırları ötesine taşan ayırt edici başlıca özelliklerinden biri de budur.
***
Önemli gördüğümüz bir noktaya daha değinip bitirelim:
Sosyalizmin “benimsenmesi”, insanların mevcut alternatifleri nispeten sakin ortamlarda salim bir kafayla değerlendirmeleri ve sonunda sosyalizmde karar kılmalarıyla gerçekleşebilir. Bu yolu küçümsemiyoruz ve sosyalizme “kadro kazanılmasındaki” önemini kabul ediyoruz.
Ancak, eğer bir devrim, üstelik geniş kitlelerin katıldıkları bir devrim söz konusuysa burada sosyalizm mevcut alternatifler arasında “en iyisi” olamaz; tek alternatif olması, daha doğrusu geniş kesimlerce böyle görülmesi gerekir.
Devrimler, her zaman, alternatiflerden biri diğerlerine göre daha “makul” ya da “gerçekçi” göründüğü için değil başka bir alternatif “görülmediği” için gerçekleşmiştir.