Marksist literatürde kimi metinler vardır; özellikleri, hem kısa ve özlü olmaları hem de tarihin belirli bir döneminde yazıldıklarından günümüz koşullarında yeniden yorumlama ve tartışma imkanları sunmalarıdır.
Bu “kısa” metinlerden biri Lenin’e aittir. “Sosyalizm ve Din” başlıklı makale, 3 Aralık 1905 tarihli Novaya Zhizn’de yayınlanmıştır. Novaya Zhizn günlük gazete olarak Bolşeviklerin ilk legal yayınıdır. Sayılarının çoğu toplatılmış, sonunda gazete yasaklanmıştır. Lenin’in sözü edilen makalesi, gazetenin illegal olarak çıkartılan 28’inci sayısında yayınlanmıştır (https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/dec/03.htm)
***
Dinin özel bir mesele sayılması, devletin dinle ilgilenmemesi, kiliseyle devletin kesin biçimde ayrılması, herkesin (bu arada ateistlerin de) inancını açıkça ifade edebilmesi, resmi belgelerde (örneğin kimliklerde) dine herhangi bir atfın yer almaması, devletin dinsel topluluklara kaynak aktarmaması, vb. Lenin’in makalesinde değinilen bildiğimiz laiklik ilkeleridir.
Demek ki laiklik söz konusu olduğunda Amerika’yı yeniden keşfetmenin, “biz sosyalistiz” diye bu konuda da “yepyeni” şeyler icat etmeye kalkmanın bir anlamı yoktur. Örneğin “özgürlükçü laiklik” gibi… Uygulamada kuşkusuz kimi özgüllükler olabilir. Ama temel ilkeler bellidir; laiklik bunlar varsa vardır, yoksa yoktur.
İlkelere baktığımızda günümüz Türkiye’si açısından bir sonuç daha çıkıyor: Ülkede eksiklik ve gedikleriyle birlikte belirli bir yerleşmişliğe sahip laiklik de kemirilmektedir ve önemli mücadele başlıklarından biri olma durumundadır.
***
Lenin’in yazısında dikkat çeken yanlardan biri, dinin geniş kitleler üzerindeki etkisinin azalmasında “nesnel gelişime” verilen önemdir: “Günümüzün büyük ölçekli fabrika üretiminde yetişen, kent yaşamıyla aydınlanan sınıf bilincine sahip işçisi, dinsel önyargıları elinin tersiyle bir kenara iter, cenneti papazlara ve burjuvazinin bağnazlarına bırakarak bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam kazanmaya çalışır.”
Lenin’in, 19. yüzyıl sonlarından başlamak üzere kapitalizmin ve sanayinin ciddi bir gelişme sergilediği, ayrıca makalenin yazıldığı yılın başlarında önemli bir devrim deneyimi (1905 Şubat Devrimi) yaşamış Rusya için bunları söylemesi normal sayılmalıdır.
Ancak gene de “büyük ölçekli fabrika üretimi” ve “kent yaşamının aydınlatıcı yanı” gibi dinsel önyargıları zayıflatıcı olması beklenen etkenlerin günümüz Türkiye’si açısından ne kadar devrede sayılabileceğini değerlendirmekte yarar vardır.
***
Az önce söylenene rağmen, Lenin işi “orada” bırakmamaktadır.
Başka bir olgu daha işin içindedir: Sınıf mücadelesi.
Sınıf mücadelesi, Lenin’in değindiği “nesnel süreçlerle” öznel denebilecek pek çok etmenin iç içe geçerek ortaya çıkardığı bir olgudur. Başka pek çok olgu gibi dinin toplum üzerindeki etkileri de ruhban kesime ve dinci ideolojiye karşı verilecek mücadele de (ki Lenin bunun ideolojik mücadele olduğunu belirtmektedir) sınıf mücadeleleri bağlamında ele alınmalıdır.
Türkiye’de sınıf mücadelelerinin ivme kazandığı 1960-1980 dönemi, 1989’da ortaya çıkan sınıf hareketliliği ve son olarak örneğin Tekel direnişi, kuşkusuz “laiklikle” ilgili değildir; ancak dinsel bağlanmaların hareketlilik içinde çok daha geri planlara düşebildiğini göstermesi açısından önemlidir.
Sonuç: Laiklik mücadelesi için bir sınıf hareketi beklemek gerekmese bile, sınıf mücadelesinin yükselişi ve bir sınıf hareketinin ortaya çıkması, laiklik mücadelesindeki başarının da güvencesi olacaktır.
***
Lenin’in sınıf mücadelesi vurgusu, din-laiklik bağlamında başka konularda da önemini korur.
Örneğin, işin esası sınıf mücadelesi olduğundan Bolşevikler parti programında “ateist olduklarını” deklare etmezler, “Hıristiyanların ve diğer inanç sahiplerinin partiye katılmalarını yasaklamazlar.”
Lenin’in bir kez daha sınıf mücadelesine atıfla yaptığı ve “Aydınlanma radikalizmine” yönelik sayılabilecek eleştiri de önemlidir:
“Ancak, hangi koşullarda olursa olsun, burjuvazi içindeki radikal-demokratların pek de seyrek olmadan yaptıkları bir yanlışa, din sorununu sınıf mücadelesiyle bağlantısız biçimde, soyut ve idealist tarzda ‘entelektüel’ bir sorun olarak ortaya koyma yanlışına düşmemeliyiz.”
***
Diyeceksiniz ki “Keşke bu dönemde, bizde de burjuvazi içinden böyle radikal-demokrat unsurlar çıksa…”
Derseniz haklı olursunuz…
Son bir ekle birlikte: Burjuvazinin içinden olmasa bile “küçük burjuvazi” denebilecek kesimlerin özellikle genç kuşakları arasından çıkabilir ve sanırım çıkmaktadır da…
Sosyalizm adına verilecek ideolojik mücadele açısından “sorun” değil fırsat sayılmalıdır…