“Süreç olarak faşizm”
Siyasal-ideolojik söylemlerinde yumuşamaya giderek kritik ölçekte oy artışı sağlayamayacağını bilen rejim, bu söylemlerini tersine daha da sertleştiğinde ciddi bir oy kaybına uğramayacağını da bilmektedir.
Ergin Yıldızoğlu’nun yazılarında sıkça kullandığı "süreç olarak faşizm" tanımlamasını hayli yararlı ve işlevli bulduğumuzu söyleyerek başlayalım.
"Süreç olarak faşizm" tanımı bizi Komintern’in 1930’lara özgü klasik faşizm tanımının zincirlerinden kurtarmaktadır. O dönemde, özellikle "cephe" arayışları açısından işlevli olabilen bu klasik tanımın günümüzde de geçerlilik taşıdığından söz etmek mümkün görünmemektedir. Gelişen olayların ve süreçlerin içeriğini ve yönünü irdelemek dururken insanların bugün "tekelci sermayenin" her biri "en" ile başlayan özelliklerle tanımlanan "açık teröre dayalı diktatörlüğünü" aramaları geçerli bir yaklaşım sayılamaz.
Günümüzün siyasal tablosu, Türkiye’de olsun başka ülkelerde olsun, 1930’ların dünyasına özgü az çok oturmuş yapılardan çok süredurumlara (continuum) işaret etmektedir.
Özetle söylersek, ilkinde verili yapılardan hareketle sonuçlara varırsınız, kestirimlerde bulunursunuz; ikincisinde ise süreçlerden hareketle hangi, ne tür yapıların ortaya çıkabileceğine odaklanırsınız.
***
Biraz uzun bir sıçrama olacak ama, buradan Türkiye’deki güncel duruma ve yaşanan süreçlere gelmek istiyoruz.
Rejimin bugün izlediği politikalar önümüzdeki seçimlere ve bu seçimleri kazanmaya mı odaklı, yoksa kaybedilmesi olası seçimler sonrası oluşacak ortama bu politikalar aracılığıyla yatırım mı amaçlanıyor?
Rejimin aklını okuma gibi bir iddiamız elbette yok; ancak bize göre bugünkü siyasal ortam ve dengeler, yukarıdakilerden her ikisine birden cevaz verecek özelliktedir. Başka bir deyişle, rejimin bugün seçim kazanmaya odaklı olarak yaptığı her şey aynı zamanda geleceğe bir yatırımdır; "Biz gidersek geriye en azından şöyle bir Türkiye kalsın" diye yapılan her şey de aynı zamanda daha kısa vadeli seçim hesaplarıyla ilgilidir.
Bu söylenen genel bir siyaset kuralı değildir; özel olarak, Türkiye’de siyasal güçlerin bugünkü karşılıklı mevzilenmesinde görülen "başa baş olma" durumundan kaynaklanmaktadır. Siyasal-ideolojik söylemlerinde yumuşamaya giderek kritik ölçekte oy artışı sağlayamayacağını bilen rejim, bu söylemlerini tersine daha da sertleştiğinde ciddi bir oy kaybına uğramayacağını da bilmektedir.
Sonra, neden yapmasın ki?
Sezen Aksu’nun dilinden İmamoğlu’nun yemeğine kadar söylenen her şeyin "karşı tarafı" bozucu etkiler yaratabildiğini bilen bir rejim kendi oy tabanından neden endişe etsin ki?
***
"Süreç olarak" dedik, biraz daha yakından bakalım.
"Millet ittifakı" olarak tanımlanan düzen muhalefetinin olası bir AKP sonrası dönemde ülkeye bugünkü rejim tarafından verilen şeklin, adeta bir "adet hukuku" haline gelen pratiklerin ve özellikle laiklik bağlamındaki gerilemelerin üzerine gitme gibi bir niyetinin olmadığı açıktır. "Millet ittifakı" dedik, ekleyelim: Kendisini tek başına iktidar yapacak oyu aldığını varsayarsak CHP’nin de böyle bir niyeti yoktur. Bu niyet yokluğunun temelinde, kavgadan gürültüden, yeni gerilimlerden kaçınma hassasiyetinden çok zımni bir ön kabul yatmaktadır: AKP’nin ve rejimin aşırılıkları bir yana, olması gereken de budur; Türkiye’de laiklik yeni ve "kapsayıcı" bir anlayışla yorumlanmalı, eski katılıklarda ısrar edilmemelidir (kökeni: "tarihsel bir yanılgının düzeltilmesi", 1974, güncel ifadesi: "helalleşme").
Rejim ve liderliği siyasal hırs ve iddialarını biraz geriye çekebilseydi, bu kadarını kendi adına büyük bir kazanım olarak görür, seçimleri kaybetse bile "galip sayılır bu yolda mağlup" deme basiretini gösterebilirdi.
Ama böyle yapmayacağını biliyoruz.
Ortam bu kıvama gelmişken neden yapsın ki?
***
"Süreç olarak faşizm" bağlamında iki not daha düşüp bitirelim.
Birincisi: Rejim, seçimlere kadar olan dönemde özellikle dinsel kuralların bu toplumda yerleşik hale gelip kabullenilmesine yönelik her şeyi yapacak, seçimleri kazanırsa bunları daha ileri noktalara taşıyacak, kaybederse de gene aynı bağlamda "militan" bir muhalefet tarzına yönelecektir.
İkincisi: Türkiye’de sosyalistlerin de yer alacağı "üçüncü ittifakın" süreç olarak faşizmin özellikle dinsel referanslı yönlerini şu ya da bu gerekçeyle göz ardı etme lüksü olmamalıdır. Hani hep "demokrasi" deniyor ya, temelde laiklik olmadan demokrasinin de olamayacağı bilinmelidir.