Yenilikçi bir mekân sahibinin aklına gelir de yapar diye bekledik; ama olmadı, kimse çıkmadı…
“Proje” şu: Kafe gibi yerlerde her masanın üzerine önemli bölge, kent ve kasabaların belirtildiği 100 x 75 ebadında bir Suriye haritası yerleştiriliyor. Haritaların üzeri, aydınger benzeri ışık geçiren kâğıt tabakasıyla kaplanıyor; her masada çeşitli renklerde işaret kalemleri bulunuyor.
Mekâna gelen müşteriler masalarında içkilerini yudumlarken Suriye’deki mevcut durumu ve tarafların olası hamlelerini ayrı renklerdeki işaret kalemleriyle önlerindeki haritaya yansıtıyor. Sohbet ve tartışmalar bu minvalde gelişiyor.
-“Oğlum, YPG’nin tuttuğu hattı öyle bir çizdin ki yan masaya servis yapan garson bile bakıp güldü…”
-“Şu bira bardağını biraz kenara çek de rejim güçlerinin bundan sonraki hamlesi ne olacak onu göstereyim…”
Bizden söylemesi: Henüz iş işten geçmiş sayılmaz…
***
Milyonlarca insana büyük acılar yaşatan bir süreci alay konusu yaptığımız düşünülmesin. Sadece bir noktaya işaret etmek istiyoruz: Bugün Suriye’deki hangi gücün kime karşı nerede ve hangi konumda yer aldığına ilişkin değerlendirmelerin bir yerden sonra fazla anlamı yoktur; çünkü bu iş yakın gelecekte sona ermeyeceği gibi sonuçta net bir kazananı ve kaybedeni de olmayacaktır.
Tarafları, meşru Suriye yönetimi, cihatçılar, Kürtler, Türkiye, İran, ABD ve Rusya diye sıralarsak, görünür gelecekte bu taraflardan herhangi biri için “şu kazandı” ya da “bu kaybetti” denebilecek bir uğrağa gelinmeyecektir.
Bunun nedeni de dış güçler açısından Suriye’nin kendi başına, yani yalnızca Suriye olarak can alıcı ve belirleyici önem taşımamasıdır. Suriye’nin özellikle ABD ve Rusya açısından taşıdığı önem, komşu coğrafyalarla birlikte hikâyenin hiç bitmeyeceği bir bölgede yer almasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, bu işin daha Lübnan’ı, İsrail’i, Filistin’i vardır, Mısır’ı vardır; neden yumurtaların hepsi Suriye sepetine konsun ki?
İlkiyle bağlantılı ikinci neden de şöyle ifade edilebilir: ABD ve Rusya düşünülürse, bu iki taraftan hiçbiri Suriye’nin ve bölgenin ötesine taşan küresel didişmede diğerinin “bir önceki Suriye etabının kazananı” olarak boy göstermesine izin vermeyecektir.
Sonuçta Suriye’de “çözüm” şimdilik imkânsız görünmektedir ve ilerde olursa “işte çözüm” denilen formülün bu kez İran ve Türkiye de dâhil olmak üzere mutlak kazananı da mutlak kaybedeni de olmayacaktır.
“Cihatçılar” için bir not düşelim: Önceleri “el-Kaide bağlantılı el-Nusra” vardı; şimdi “el-Nusra uzantılı Heyet Tahrir el-Şam”dan söz ediliyor; yarın belki de “Heyet Tahrir el-Şam ilhamlı” başka bir örgüt çıkar.
Yani, onlar da bitmeyecektir.
***
Bizce Türkiye’deki rejim de bu durumu aşağı yukarı görmekte ve ona göre hareket etmektedir.
Rejim, bir noktayı daha bilmektedir: Az önce değinildiği gibi bölgedeki “hikâye” Suriye ile sınırlı değilse ve hiç bitmeyecekse, ilerisini düşünen “büyük” taraflardan hiçbiri Türkiye’yi Suriye’de şunu yaptı bunu yapmadı diye büsbütün kaybetmeyi göze alamayacaktır.
Bu söylenen elbette Türkiye’deki rejimin Suriye bağlamında uçsuz bucaksız bir manevra alanına sahip olduğu anlamına gelmiyor. Bununla birlikte, iki büyük aktörün kırmızıçizgilerinin çok net çekilmiş olmadığı ve pek yakınlarda durmadığı da bir gerçektir. Dolayısıyla rejimin iki tarafı birbirine karşı idare etme politikasının “sonuna gelindiği” tespitine ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
O zaman, Türkiye’deki rejim açısından, Suriye’de iç politikaya yansıtılacak bir zafer kazanmak söz konusu olmadığı gibi, muhalefet açısından bakıldığında aynı coğrafyada bugünkü iktidarın sonunu getirecek bir “rezaletin” de beklenmemesi gerekir.
Son not: AKP’nin hikâyesi kuşkusuz bölgenin hikâyesi kadar ömre sahip olmayacaktır. Ama yerine kim gelirse gelsin, durumda köklü bir değişiklik olmayacaktır. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler; bugün “rejimle diyalog kurulsun” diyenler yarın iktidara gelirlerse bu konuda hiç acele etmeyecekleri kesindir.