Türkiye'de dinci yapılanmalar

Şunu açıkça ortaya koymak gerekiyor: Bu tarikatlar ve/veya vakıflar asla sivil toplum örgütü değiller çünkü ne işleyişleri demokratiktir ne de yapıları şeffaf ve hiçbir zaman hesap vermiyorlar. Böyle bakıldığında tümünün bağımsız bir yargılamayla toplum önünde sorgulanmaları gerekiyor ama bu da yetmez, toplum içerisinde tarikatların örgütlenmesi için uygun zemin kalmaması gerekiyor, "toplumun gerçeği" denilerek hoş görmemek gerekiyor.

“İşte rejim değişikliği derken kastettiğimiz 1923 paradigması ve tasavvurunun değişimidir; günümüz Türkiye’sinde rejim, biçimsel ve kuramsal düzeyde birtakım değişikliklerle birlikte esas olarak 'içerik' düzeyinde değişmektedir.” Fatih Yaşlı’nın AKP, Cemaat, Sünni-Ulus kitabındaki bu söylediklerine katılmamak olası değil. 2022 Türkiye’sinde ekonomik açıdan neoliberalizmle birlikte ortalığı İslami kavramlar işgal etmiş durumda. Evet, özellikle yaşam kültürü alanında tam egemenlik kuramadıkları noktalar var ama oralara da var güçleriyle yükleniyorlar. Bir yandan her şey piyasalaşırken, kamuya ait ne varsa özel sektöre devredilirken, tarım çökertilirken; diğer yandan tarikatlar veya vakıflarla ilgili bir haber-ama genellikle bir yolsuzluk, bir sapkınlık haberi-duymadığımız gün yok gibi ve artık olağanlaşıp haber olma değerlerini yitirmeye bile başladılar.

Elbette bunların hiçbirisi yeni değil, öncelikle 1946, ama özellikle 1981 sonrasına bugünden bakıldığında şimdilerde yaşadığımız gericiliğin erken hamleleri görülebiliyor. Bence burada önemli olan piyasacılıkla dinci gericiliğin organik bağlaşıklığını ortaya koyabilmekte, aksi takdirde bugün yağma ekonomisinden nemalanan tüm gericiler, yarın devran döndüğünde kendilerinin "masum mütedeyyinler" olduğunu iddia edecektir.

Yaşlı’nın da vurguladığı gibi, “İslamizasyon, kapitalizmin krizinin bir zorunluluğu olarak kendisini dayatmaktadır.” Kapitalizmin küresel ölçekte 1970’ten sonra sürekli kriz içerisinde olduğu düşünülecek olursa dinciliğe o tarihlerden sonra yoğun bir biçimde sistemin gereksinim duyduğu görülecektir. Evet, dünyanın her yerinde din iyi bir enstrüman olmuştur ama Türkiye’de tarikat yapılarının alt otoriteler aracılığıyla kullanıma hazır topluluklar şeklinde olması işleri kolaylaştırmaktadır. Kesin sayı bilinmemekle birlikte ülkede 400 civarında tarikat ve kolu olduğu düşünülüyor. Cübbeli Ahmet’e göre buralarda örgütlü insan sayısı sekiz milyonun üzerinde.

1925 yılında tarikatlar yasaklanınca buna sadece Arnavutluk’a taşınan Bektaşiler ve Suriye’ye giden Mevlevilerin uyduğu biliniyor. Başta Nakşibendiler (1930’da Menemen’de Teğmen Kubilay’ı öldürenler) ve Kadiriler olmak üzere diğerlerinin direndiği anlaşılıyor. Kadiriler kim derseniz, Fetullahçıların bağlı olduğu Nur cemaatini kuran Said Nursi’nin yetiştiği tarikat olduğunu söylemem her şeyi açıklar sanırım.

Said Nursi başlangıçta Abdülhamid’e yanaşmaya çalıştıysa da çok ciddiye alınmadığı biliniyor. Bunun üzerine İttihat ve Terakki’ye girip, hatta örgütün en militan unsurlarının yer aldığı Teşkilat-ı Mahsusa elemanı olarak çalışır. Zamanında kurduğu bir derneğin 31 Mart gerici ayaklanmasında yer aldığı da kayıtlarda vardır. Cumhuriyetle her zaman sorunu olan Nursi 1950 sonrasında çalışmalarını, diğer tarikatlar gibi, iktidarın tam desteğiyle sürdürür.

Öyle ki 1956 yılında Said Nursi tüm takipçilerinin DP’yi desteklemekle yükümlü olduklarını ilan etmiştir.

Bu konuda Şerif Mardin’in yazdığı Bediüzzaman Said Nursi Olayı önemli bir kitaptır. Öncelikle şunu söyleyeyim, Mardin’in görüşlerine katılmıyorum çünkü, “Said Nursi’nin yazılarının pek çok yerinde, Batı’daki bilimsel ilerlemenin yarattığı etkinin kanıtları görülür” veya “Bu alandaki yeteneği, bir ölçüde Kuran ile çağdaş bilimler arasında bir uyuşmazlık bulunmadığını göstermesinde yatıyordu.” veya “Aydınlanma felsefesi içinden doğmuş fikirleri kendi sistemine yedirmesi” diyebilmektedir. Dahası “büyülü üslubu” gibi benzetmelerle hayranlık düzeyine çıkabilmektedir. Ben böyle düşünmüyorum. Ancak 1900’lü yılların başlarında Bitlis ve yöresi sosyal ve siyasi tarihini anlatması ve tam da bu nedenle Nursi’nin yetişme koşullarını anlayabilmek açısından önemli bir kitap. Dönem boyu toplumsal değişim ve din ilişkilerini iyi aktarıyor bence.

Tekrar AKP, Cemaat, Sünni-Ulus’a dönecek olursak başta Nakşibendiler olmak üzere tarikatların bürokrasi içerisinde yoğun örgütlenmesinin Turgut Özal’ın Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına denk geldiğini anlıyoruz. Sonrasında Nakşibendi kökenli Menzil ve Süleymancıların ekonomik açıdan devasa boyutlara ulaşıp holdingleşmeleri görülse de hiçbiri Nurcu Gülen cemaati kadar büyüyememiştir. “Özellikle 2007 sonrasında altı yıl boyunca Türkiye’yi AKP ile birlikte yöneten Fetullahçılar, yine AKP ile birlikte yeni Türkiye’nin temel paradigmasını İslam haline getirmişler, toplumsal-siyasal yaşamın merkezine İslam’ı oturtmaya çalışmışlardır.” Bu ideoloji kapitalizmin neoliberal politikaları için de biçilmiş bir kaftandır çünkü artık geriye işçiye verebilecekleri sadece "öbür dünya" kalmıştır ki bunu da tarikatlar olmadan beceremezler.

Örnekse İsmail Saymaz’ın Şehvetiye Tarikatı kitabı. Kitapta insan aklının nasıl küçültülebileceğini görünce tarikatların sistem için önemi daha iyi anlaşılıyor. İnsanlar ağırlıklı olarak cinsel ve ekonomik açıdan istismar ediliyorlar: Saymaz’ın anlattığı şeyhlerden bir tanesi müritlerini kendi menisinin kutsal bir özelliği olduğuna inandırıp kadın erkek ayırmadan hepsine oral seks yaptırdığı gibi (Buna badeleme adını vermiş.), bütün müritleriyle de anal ve/veya vajinal ilişkiye giriyor! Elbette hepsini ekonomik açıdan sömürüp hangi siyasi partiyle hareket edeceklerini de söylemekten geri kalmıyor.

Şehvetiye Tarikatı’nda başka örnekler de var ama şaşırtıcı olan bunca şeyi yazdıktan sonra Saymaz’ın, “Dinsel ve toplumsal birer gerçeklik olan tarikatları yasaklamak, çağımızda inanç ve ibadet özgürlüğüne aykırı olacağı…” demesi. İnsan aklına ters uygulamaların nasıl özgürlüğü olabilir ki? Türbana özgürlük ile başlayan sürecin şimdilik geldiği nokta… Bakalım ileride daha neler göreceğiz?

Türban serbestisinin kırılma noktası eğitim kurumlarıydı anımsarsanız. Buralarda serbest olduktan sonra kolaylıkla tüm kamusal alanlara girebilmişti. Eğitimin ideolojik yayılım açısından önemli olduğunu biliyoruz. Zaten son günlerde para aktarmalarıyla gündeme gelen TÜRGEV, Ensar gibi kurumlar da bunun farkında. Işık Kansu, üst başlığı "Bir Ortaçağ Hayaleti" olan Ensarlı Eğitim kitabında vakfın yaptıklarını bir bir anlatıyor. Aslında 1979 yılında kurulmuş olmasına karşın AKP döneminde etkin olan bu vakfın öğretmenlerinden birisinin Karaman’da en az 45 erkek çocuğuna tecavüz ettiğini sanırım herkes anımsıyordur. Bunlar asla unutulmamalı. Elbette kamudan kendilerine aktarılan paranın, bedelsiz kullanımlarına açılan gayrimenkullerin hesabı sorulurken bunlar da gündeme getirilmeli. Bu arada iki noktayı anımsatmalıyım: İlki, Ensar’ın düzenlediği sempozyumlara Şerif Mardin’in konuşmacı olarak katılması; diğeri ise Ensar’ın gerçekleşmesi için çok uğraştığı 4+4+4 eğitim sistemine pek çok "ilerici"nin karşı çıkamaması.

Şunu açıkça ortaya koymak gerekiyor: Bu tarikatlar ve/veya vakıflar asla sivil toplum örgütü değiller çünkü ne işleyişleri demokratiktir ne de yapıları şeffaf ve hiçbir zaman hesap vermiyorlar. Böyle bakıldığında tümünün bağımsız bir yargılamayla toplum önünde sorgulanmaları gerekiyor ama bu da yetmez, toplum içerisinde tarikatların örgütlenmesi için uygun zemin kalmaması gerekiyor, "toplumun gerçeği" denilerek hoş görmemek gerekiyor. Bunun için de bu tür yapılarla ideolojik bir hesaplaşma içerisine girilmesi zorunlu. Yapılanların, vazedilenlerin akla ve bilime uygun olmadığı net bir biçimde gösterilmediği sürece kapitalist bir dünyada yeniden ortaya çıkmak için her zaman fırsat bulabilirler.

Yani, yeni bir aydınlanma hamlesi gerekiyor.

KÜNYELER:

-AKP, Cemaat, Sünni-Ulus. Fatih Yaşlı. Yordam Kitap, 4. baskı, 2020. Fiyatı 38 TL.

-Bediüzzaman Said Nursi Olayı. Şerif Mardin, İletişim Yay., Çev. Metin Çulhaoğlu. 19. baskı, 2017. Fiyatı 80 TL civarında.

-Şehvetiye Tarikatı. İsmail Saymaz, İletişim Yay., k20. baskı, 2020 var. Fiyatı 35 TL civarında.

-Ensarlı Eğitim. Işık Kansu. Telgrafhane Yay., 2. baskı, 2018. Fiyatı 28 TL.