Türkiye’nin gündemine dair üç başlık…

Sırasıyla şöyle gideyim…

Ensar’ın önüne kimler yattı?

Dindarlık, memleket ahalisinin yarı kısmında, AKP’nin verdiği ara gazı kindarlıkla, daha da büyümeye aşılandı… Tecavüzcülük yaygınken, şimdilerde üstüne üstlük, bir de sübyancılık ortalığı sardı ve Ensar marifetiyle, toplumun kan dolaşımı içine salgılandı…

Bütün bu pisliğin ortalığa saçılması, çok acıtıcı olmuştur. Ne ki toplumsal olarak çürümenin boyutlarını da gözler önüne serme babında yararlı olmuştur.

Hukukta suçun şahsiliği birincildir. Oysa içtihattaki örneklerine bakılırsa, toplu işlenmiş, azmettiricisi, yataklığı bulunan kanun dışılıklar, mahkemelerce sonuna kadar beraber değerlendirilmiştir. Bu olayda, sübyancılığın azmettiricisi ve yataklık merkezi Ensar’ın kendisidir. Oysa bunu göz ardı eden bir mahkeme tuluatı ne yazık ki izlenmiştir. Muharrem Büyüktürk adındaki hayâsız, bir celsede 508 yıla mahkûm edilirken, davanın münferit bir suç gibi Ensar’dan ve onu korumasına alan siyaset ilişkilerinden ırak tutulmasına büyük bir titizlik gösterilmiştir.

Böylece, Ensar’ın önüne ülkenin en tepesinden, mahkeme heyetine değin kimler yatmış oluyor.

Artık sıradanlaşan bu olaylar, bu güzel ülkeyi, yurttaşlarına yaşanmaz kılan bir kader olarak dayatılıyor…

İşte bunun mutlak alt edilmesi…

Bunu liberal siyaset gerçekleştiremeyeceğine göre,

Solun adresi doğru okuması ve gereğini yerine getirmesi gerekiyor.

***

Doğumun kutlusu…

Hangi doğum kutlu olmaz ki…

İslam’ın peygamberi Muhammed’in ki de kuşkusuz kutlu sayılır. Ne var ki İsa’dan sonra 570’e tarihlenen kutlu doğumun, İslam dünyasında, bizdeki gibi olan bir karşılığı bulunmamaktadır. Kutlu doğumun İslam’da karşılığı “Mevlit Kandili” iken, bu coğrafyanın son 28 yıllık tarihinde, miladi devlet ritüelleriyle kutlanan ve Nisan 14-20'ye endekslenmiş icat hafta, bize mahsustur. Diğer acayiplik ise, hız kesemeyip, hicri Mevlit işinin de, ayrı bir ibadet ayini olarak devam ettirilmesidir. 

Muhammed’in doğumu, İsa’nınki gibi yıldızlı bir mucize ile müjdelenmiş midir, o kısım pek bilinmez. İsa’nın doğumu, yıllık sabit bir tarih olarak bilinirken, İslam’da peygamberin doğumunun tarihlenmesi, hayli karışık takvim hesaplamalarının konusudur.  Hicrî Rebiyülevvel ayının on ikinci gecesi, kutlu doğumla ilgili sayılır. Ne ki bu takvim, yıllık on günlük dalgalanmalar gösterdiğinden, peygamberin doğumu, tarih boyunca bir türlü merkez tutturamamış ve bütün bir yıl içinde farklı günlere denk düşerek, gezinip durmuştur.

Peygamberin vefatından sonra, ne Ashab-ı Kiram, ne Emevîler ve ne de Abbasiler zamanında “kutlu doğuma” ilişkin bir tören veya ayine rastlanmaz iken, ilk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl sonra, Mısır'da, Şii Fâtimî Devleti döneminde iş resmileşmiştir. Mevlit veya doğum günü denilen icadın tarihçesi böyledir. Olayın kandile dönüşmesi ise Osmanlı’nın icadıdır. Yavuz zamanında halifeliği de üstlenen hanedan, II. Selim’e kadar bu kutlu doğum hadisesini, gündeminin önüne koymaz iken, bu zatın saltanat-ı âlisinde, cami minarelerine mahyalar gerilmiş ve bunlar kandil yakılarak aydınlatılmıştır. Mevlit işinin adı da Mevlit Kandili’ne terfi etmiştir.

Cumhuriyet dönemindeki devlet kutlaması, 1994'de, Tansu Çiller hükümeti ile başlar. O zamana değin, hicri takvimin oynaklığı, şimdilerde miladi takvimle sabitlenmeye devrolunmuştur. 20-26 Nisanı hafta sayan ilk düzenleme, 2008'de, AKP diyanetince 14-20 Nisan’a alınarak son şekline de kavuşturulmuştur.

Kutlu doğumu Nisan’da kutluyoruz. Ne ki hicri takvime göre 2016'da Mevlit Kandili’ni 11 Aralık Pazar gecesi eda etmek üzere gün sayıyoruz. Tabii bir de işin Regaip faslı vardır ki, Regaip, peygamberin ana rahmine düştüğü geceyi veya annesi Amine’nin, gebe kaldığını anladığı zamanı betimlemektedir.  Bu yılın Regaip’i 7 Nisan’da geçmiştir. Önümüzdeki yıl ise Nisan’ın 17 sine denk düşecektir. Ve İslam dünyasının kafası, birbirini tutmayan gün hesaplamalarıyla tarihi boyunca hep meşgul olmuştur. Bilim ve aydınlanmacı kültür yerine, gericilik ve yobazlık, nedense bu eksen etrafında büyüyüp durmuştur.  

Bunları yazma nedenime gelince; anayasa kitabına göre laik bir devlet olan bu memlekette, peygamber doğumuna devletin ayar çektiği bir aralıktan geçiyoruz. Doğum haftasından siyasi ikballer uman bir AKP zihniyeti, bununla da yetinmeyip, meseleyi şürekâsına açık, çok çeşitli ticari faaliyetlere de konu kılıyor ve bu kabil işleri, toplumsal aklı dumuru uğratacak, dinle soslanmış bir çimento gibi kullanıyor. Kısacası hadise, inancın dinci gericiliğe azgınlaştırıldığı ve sosyolojik olarak neden sekülerleşemediğimizin önde gelen kanıtlarından birisidir.

İşte bunun mutlak alt edilmesi…

Bunu liberal siyaset gerçekleştiremeyeceğine göre,

Solun adresi doğru okuması ve gereğini yerine getirmesi gerekir.

***

BBKSM…

Bu kısaltmanın açılımı “Buca Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi” dir.

Buca, İzmir’in, il sınırı içindeki en büyük ilçelerinden birisidir. Nüfusu, 2015’de yaklaşık beş yüz bine dayanmıştır ve Levent Piriştina bu ilçenin belediye başkanlığını yapmaktadır.

Şimdi kültür ve sanat merkezi yapılan binanın adı “Hacı Davut Fargoh Malikânesidir. 1903'de, Mimar Vasifiyadis tarafından eşraftan Hacı Davut için inşa edilmiştir. Bu görkemli yapı, 2000 yılına değin Belediye hizmet binası olarak kullanılmış ve genç başkan zamanında restore edilerek bir kültür ve sanat merkezine dönüştürülmüştür.

20 Nisan Çarşamba akşamı bu merkezde bir keman ve piyano resitali dinledim.

Kemanda Tolga Kulak ve piyanoda Emre Yavuz iki bölümde Mozart, Stravinsky, Janaçek ve Schubert’in sonat ve süitlerini yorumladılar.  

İki çok genç ve çok başarılı sanatçı… Tolga 86, Emre ise 90 doğumlu. Haziran gençliğinin canlı ve dinamik örnekleri…

Tolga, İzmir Devlet Opera ve Balesi Orkestrasının kadrolu sanatçısı. Sazı, 1925 yapımı bir “Eugene Gartner”. 11 yaşında, yani 1997'de keman çalmaya başlıyor ve 29 yıllık yaşamına dünyanın dört bir bucağında ünlü orkestra şefleri ve kemancılarıyla ortaklaşa verdiği resitaller sığdırıyor…

Emre ise çok küçük yaşlarda gösterdiği öğrenme yeteneğiyle, müzisyen ablası ve öğretmen anne ve babası tarafından piyanoya yönlendiriliyor. 1998'de 6660 sayılı kanundan, diğer adıyla “Sanatta Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası”ndan yararlandırılmaya değer görülüyor.

Sonra, babasının anlattığına bakılırsa, Erkan Mumcu’nun AKP’li bakan olarak çalıştığı yıllarda, bu harika çocuk, 6660 sayılı yasanın özendirme şemsiyesinden, “kilise müziği yapıyor” diye çıkartılıyor.

Oysa aydınlanmayı, kültürü, sanatı ve bilimi kılavuz yapmış bu aile, hayat mücadelesi içinde, varını, yoğunu oğullarına adayarak, en iyi eğitimi alması için gayretler sarf ediyor… Dünya resitalleri, ünlü besteciler ve orkestra şefleri. Halen Fazıl Say’ın hocalığında devam eden bir usta öğrencilik dönemi. Ve İsrail’den sonra Hannover ve Viyana’da devam eden virtüözlük çalışmaları…

Hani kendi adıma tam bir şölen akşamı ve kulaklarımda kalan tat, yarının halen ne denli umutlu olduğuna ilişkin iki genç insan örneğinin sıcaklığı… 

Kilise müziği denince…

Aydınlığa, insanlığa, kültüre, sanata ve bilime dair ne varsa, bir yanda bunu karalayan bir gerici siyasi zihniyet…

Şimdilerde, Chopin’in cenaze marşını kilise müziği karalamasıyla, dinci yobazlık ve maskaralığı alet kılıp, şehit merasimlerinde Itri’nin Tekbir’ini gündeme oturtmaya çalışan bir siyasi cehalet ve felaket dönemi yaşanıyor. Şehit deyince, şehitlik ölümün kol gezdiği yerde oluyor; savaş meydanlarını içeriyor. Oysa ölümün olmaması için, barış temalı tez çalışmalarının yapılması artık AKP üniversitelerince yasaklanıyor.

Bu karabasandan kurtulmak gerekiyor…

Kısacası…

İşte bunun mutlak alt edilmesi…

Bunu liberal siyaset gerçekleştiremeyeceğine göre,

Solun adresi doğru okuması ve gereğini yerine getirmesi gerekiyor.