Umudun varlığını fark etmek...

Cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, teninin renginden, isminden, vb. dolayı ötekileştirilen insan yabancıdır yurt bellediği topraklarda. Oraya ait olmayandır, hep.

Zavallı insan, yaşamı boyunca var olmanın stresiyle baş etmeye çalıştığından varlığını anlamlandırmak için kendini geri kalan her şeyle kıyaslar durur. Pek tabii bu kıyaslama sonucunda ya hep onun bildiği, düşündüğü, inandığı, özel ve değerli olduğu ortaya çıkar ya da benlik sınırlarını koruyamadığından sözünü, eylemini hiçe sayarak mücadele etmek yerine derdine dert katar.

Güçlü (?) olan kendini kayırır, çünkü bir başkası olamayacağı gerçeği karşısında kendi olmaktan memnuniyet duymak zorundadır, dolayısıyla kendi gibi olmayanı ve bilgi sahibi olmadığı her şeyi reddedip ötekileştirir. Varoluş derdine merhem arar durur; ne denli yetenekli, zengin, bilgili, kültürlü, dindar vb. olduğundan dem vurur. Zayıf (?) olan ise güçlü olanın yaptığı ötekileştirmelerin sahte katharsisler elde etme aracı olan fatal hatalar olduğunu fark etmeyip sözüm ona vatansever insanlar vesilesiyle yutkunup kendini örter. Nitekim evde, mahallede süregelen edep mekanizması ve devletin sopasıyla ayıplanıp tokatlanarak büyüyen bir toplum başkaları tarafından onanmak için susmayı öğrenmek zorunda bırakılır.

Ancak sustukça sözcüklerini biriktirir, ezildikçe sinirlenir ve postürünü dikleştirir ötekileştirilen insan. Söz gelimi günümüzün en etkili genç yazarları arasında gösterilen Ẻdouard Louis; homofobiyi, ırkçılığı, egemenlerin zorbalığını ve sosyal eşitsizliği odağına aldığı otobiyografik romanı "Eddy'nin Sonu"nda yumruklandığını, yüzüne tükürüldüğünü, aşağılandığını, küfre ve hakarete boğulduğunu anlatıyor. Alkol sorunu olan muhafazakar babası ona futbol oynamasını ve sebze yememesini empoze etmeye çalışırken (zira ona göre futbol erkek işi & sebze yemek de 'yumuşaklara' özgüdür) delikanlı çocuk yetiştirme derdine düşüyor, çünkü bir baba eril değerlerini aktarmakla yükümlü olduğu oğulları vasıtasıyla kendi eril kimliğini de güçlendirmiş oluyor.

Ailesinin baskısı, okuldaki diğer çocukların zorbalıkları onu önce sindirse de on altı yaşına bastığında bu travmalarla baş etme yöntemi olarak anılarını yazmaya başlıyor. Fakat otobiyografisini yayınlatması pek de kolay olmuyor, çünkü yayıncılar okuduklarına inanmıyor, Eddy'nin yaşadığı zulmü gerçekçi bulmuyor. 21 yaşına erdiğinde kitabını nihayet bastırıyor ve romanı bir yıl içinde 300000 baskı yapıyor, 20 farklı dile çevriliyor. Kitabıyla birlikte ismini de değiştiren Eddy, uzun süre sussa da biriktirdiği sözcükleri pek çok dilde söylemeyi başarıyor.

Amerikalı, siyahi, eşcinsel yazar James Baldwin de otuzlarında kaleme aldığı denemelerinin yer aldığı "Bir Vatan Evladının Notları"nda, doğup büyüdüğü Harlem'deki yaşamından örnekler verirken ABD'de siyah ve eşcinsel olmanın zorluklarını anlatıyor. Üvey babasıyla tek bir anısı, annesiyle dişe dokunur bir paylaşımı olmayan, dokuz kardeşinin bezlerini değiştirmekle yükümlü olan Baldwin, ilk gençliğinden itibaren okuduklarıyla kendini geliştiriyor; siyahların örgütlenme faaliyetleri içinde yer alarak, eylemlere katılarak, özellikle eşcinsellerin karşılaştığı ayrımcılıkla mücadele ederek ülkesindeki "ırkçılık", "sınıfsal aşağılama", "bireyin cinsel seçimini yasaklayan" yaklaşıma karşı duruyor.

Cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, teninin renginden, isminden, vb. dolayı ötekileştirilen insan yabancıdır yurt bellediği topraklarda. Oraya ait olmayandır, hep. Zira yabancı olmak demek; umursanmamak, insan yerine konulmamak, "bizden değilsin" diyenlerin bakışlarına ve zorbalıklarına maruz kalmak demek. Yabancı olmak demek; mühürlenmiş dudaklar, zincire vurulmuş fikirler demek; çocukken seninle aynı kültürden, renkten ve / veya dinden olmayan komşu çocuklarıyla oynayamaman demek. Fakat unutulmamalı ki her türden ayrımcılıkla mücadele etmek yalnız gözyaşının değil umudun da varlığını fark etmek demek.

Künye:

- Eddy'nin Sonu, Ẻdouard Louis, Çev: Ayberk Erkay, Can Yayınları, 2021.

- Bir Vatan Evladının Notları, James Baldwin, Çev: Suat Ertüzün, Can Yayınları, 2021.