Günümüz Türkiye’sinde önümüzdeki dönemin siyasal gelişmelerini kestirmeye çalışırken insanların önünde duran en büyük engellerden biri “Canım o kadarını da yapamazlar” varsayımıdır…
Neyi kastettiğimiz herhalde bellidir: Bugünkü rejimin kafasındaki niyetlere ilişkin tahminlerin bir kısmına “O kadar da ileri gidemezler” yanıtı gelmektedir. Peki, neden “o kadar” gidemezler? Rejimin karşısındaki muhalefet çok güçlü olduğu için mi? Ülkedeki sermaye çevreleri “o kadarına” izin vermeyeceği için mi? Yüksek yargı organları bazı şeylere dur diyeceği için mi? Ya da uluslararası güç odakları rejimin yaptıklarına bir yerden sonra “olmaz” deyip köprüleri atacakları için mi?
Yukarıda sıralananların, rejimin çizgisi üzerinde en küçük bir caydırıcı etkisinin bile olamayacağını iddia etmiyoruz elbette. Ne var ki rejim önce zemin yoklama, zemin uygun değilse bir süre bekleme, zemini ve ortamı uygun gördüğünde ise olanca pervasızlığıyla yüklenme gibi işlerde ustalık kazanmıştır ve bir süredir bu ustalığını sergilemektedir.
O halde “metodolojik” çıkarımın şu olması gerekir: Saray rejimi bazı şeyleri istediği halde yapamasa bile bu yapamama durumu ancak bir sonuç olarak ortaya çıkabilecektir; yani bu rejimin “cüret edemeyeceği şeyler” diye önsel bir kurgulamaya gidilmesi son derece yanlış olacaktır.
***
Yukarıda söylediklerimizi başka bir yoldan açmaya çalışalım.
İlginç olan nokta şudur: AKP’nin oy tabanının erimekte olduğu söylenirken, Saray’ın son dönemde yaptıkları arasında bu erimeyi durdurma ve tersine çevirme çabasıyla mantıksal olarak ilişkilendirilebilecek tek bir örnek bile yoktur. Bu durumda rejim ya söylenenlerin aksine oy tabanında bir gerileme olmadığını bilmekte ya da bu tabanın niceliğini bir yerden sonra fazla önemsememektedir.
Ayasofya’nın cami yapılması, barolara yönelik operasyon, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma, kıdem tazminatı meselesi, sosyal medyaya ilişkin niyetler, vb. diye gidersek; bütün bunların AKP oylarındaki erimeyi durdurup tersine çevirecek hamleler olarak görülmesi mümkün müdür? Ayasofya’nın müze olarak kalmasına, kadına yönelik şiddetle ilgili bir uluslararası sözleşmeye, barolara, işçinin kıdem tazminatına ve sosyal medyaya öteden beri çok bozulduğu halde AKP’ye oy vermemiş, ancak bütün bunlardan sonra verecek bir “seçmen kesimi” varsa, siyaset biliminde kendisine apayrı bir bölüm ayırmak gerekecektir…
Bütün bunların seçim ve oy hesaplarıyla değil başka niyetlerle ilgili olduğu söylenirse itiraz etmeyiz; ama sorarız, o zaman neyle ilgili?
***
Hepsini toparlayıp dört olasılık üzerinde duralım:
Birincisi: Rejim oy tabanında gerileme olmadığını bildiği gibi yukarıda sözü edilen hamlelerin kendisine “yeni” (!) oylar getireceğinden emindir.
İkincisi: Rejim, hazır ipler elindeyken yapabileceklerinin azamisini yapma, bu anlamda Türkiye’ye “daha da başka” bir şekil verme, böylece yarın muhalefete düşse bile oluşturduğu yapıyla her iktidara kök söktürecek bir “birikim” yaratma peşindedir.
Üçüncüsü: Rejim, bu hamlelerinin oy açısından fazla bir getirisi olmayacağını bildiği halde bunu önemsememektedir; çünkü Türkiye’de diyelim yüzde 30’lardan yüzde 40’lara sıçramanın, iki üç aylık bir döneme damgasını vuracak konjonktüre, yaratılacak havaya ve estirilecek rüzgârlara bağlı olduğunu bilmekte, “nasıl olsa yaparım” diye buna güvenmektedir.
Dördüncüsü: Rejimin kafasında bugünkü sistem korunarak gidilecek bir seçim yoktur; seçim olacaksa seçim sistemi köklü bir değişiklikten geçirildikten sonra olacaktır ya da hiç olmayacaktır.
Bu dört olasılıktan birincisine aslında “sıfır” değeri vermek en doğrusu olurdu; ama geçen yıl İstanbul seçimini yeniletme gibi fahiş bir hata yapabilen bir siyasal mantalitenin böyle de düşünebileceğine sıfırın biraz üzerinde bir olasılık tanınabilir.
“Mantıklı” gibi görünen ikinci olasılığın değeri de sıfıra yakındır; çünkü normal siyaset yolları ve imkânları ne derse desin ortada AKP gibi bir parti ve Erdoğan gibi bir lider vardır. Bu partinin ve liderin “muhalefette” olması tasavvur edilebilecek bir durum değildir.
***
Geriye üçüncü ve dördüncü olasılıklar kalıyor.
Bu olasılıklardan üçüncüsü akla 2015 yılının Haziran ve Kasım aylarında yaşananları, bir de kaynağı ülke dışı olmak üzere bir “milli dava” icat edilmesini getiriyor.
Dördüncüsünde ise “yeni seçim sistemi” herhalde yakın bir zamanda gündeme gelecektir.
En iyisi, üçüncü ve dördüncü olasılıkları birbirini peşinen dışlayan değil tamamlayan ve/ya da duruma göre biri tercih edilecek alternatifler olarak görmektir.