Bugünlere nasıl geldiğimiz ayrı ve uzun bir konu ama sonuçları açısından herkesin beklediği oldu, oluyor. Adım adım kuşatılan ülke ve toplum, iktidarın üstüne yığdığı enkazın altından nasıl çıkacağını bilemez halde. Enkaz büyüdükçe, toplumun beli daha çok kamburlaşıyor.
İktidar yaptıklarını, yapacaklarını hiçbir zaman saklamadı. Hepimizin gözünün içine baka baka hem söyledi, hem hayata geçirdi. Asıl sorun tüm bunlar olurken, siyasi konforunu buna adapte etmiş ana muhalefet siyasetinin, “devletin bekası” etrafında dolanıp, olan biten her şeyi “beka” vasatlığına teslim ederek, aradan sıyrılmaya çalışmasıydı.
Sıyrıldı mı? Evet.
Meclisin 3. partisini köşeye sıkıştırmak, budamak için dört koldan saldıran iktidara, “aykırı ama evet” diyerek yol vermesi bunlardan bir tanesidir.
Onlara sorarsanız, yaptıkları her şeyin “makul” açıklaması var ve bu açıklamalar tabanı ikna etmek için de üretilmiyor ayrıca, aksine tabanının bile inanmadığını biliyor ama onun eline verdiği bahanelerle bir yalana ortak ederek, bir sonraki hamlesini “olur” kılıyor. Her şeyi “olur” hale getirdiğinizde, zaten kitleler kendi bahanesini üretmeye başlıyor.
İki partili sistemi, ittifaklar siyaseti üzerine kurmanın, HDP’yi ise “duruma göre yedekleme” anlayışının yolu, çaresizlik içine sıkıştırılmış bir seçmen yaratabilmekten geçiyordu.
“Mecburuz ne yapalım” sözü böyle doğdu. Bir yalana ortak edilmenin ve yalan olduğunu bile bile oy vermenin duygularda yarattığı laçkalık, kırılan onurlarda, derin bir yara olarak hayatını devam ettiriyor hala.
İktidar HDP’ye yüklendikçe, muhalefet ona alan açıyor, sonra ortaya çıkan öfkeyi kendi politikalarına akıtacak kanallar oluşturup, güç pekiştiriyordu. Kendisine kazandıracak olan HDP’li seçmeni, sürekli iktidarın karşısında yalnız bırakmak, “terör propagandasına muhatap olmamak” için değildi. Tam aksine, hem yanında durmayarak “bölünmez bütünlük” ortağı oluyor, hem de “iktidara haddini bildireceğiz” öfkesini, seçimlerde kazanıma dönüştürüp, büyük oyuncu pozisyonunu güçlendiriyordu.
Başardı mı? Evet.
Peki, bu başarı, iktidarın Kürtler üzerinde uyguladığı şiddet ve kıyım siyasetini geriletti mi? Hayır.
Peki, CHP’nin HDP konusunda daha açık olmasını mı sağladı? Yine hayır.
İYİ Parti, milliyetçi oyları kendisinde konsolide edebilmek için, AKP ve MHP milliyetçiliği kaptırmamak için, CHP, sağcılık üzerine kurduğu ortaklığı kaybetmemek için HDP’ye her fırsatta bindirmeler yaptı, yapmaya devam ediyor.
Çaresizliğe mahkum edilmiş ve değişim isteyen milyonlar ise “iktidar gitsin, nasıl giderse gitsin” diyerek, HDP’nin başına gelen her şeye, eline verilen bahanelerle “kabul” yaratıyor.
Diyeceksiniz ki, 6 milyon oy alan ve Meclis’in 3. büyük partisi olan HDP, meşruluğundan doğan gücü ve mücadele deneyimi ile bağıra bağıra “geliyorum” diyen bu baskı ve şiddet politikalarına karşı neden siyasetini örgütleyip, karşı koyuşu alternatif hale getirmedi veya getiremedi veya denedi ama olmadı?
Haklı bir sorudur elbette. İktidarın her operasyonda açığa çıkan tepkinin zayıflığına bakıp, baskı ve zor siyasetini katlayarak sürdürdüğü tartışmasız bir gerçek. Demirtaşlar, Figenler ardı ardına cezaevine sürüklendiği ve pasif karşı çıkışlarla, “bekle gör” siyasetinin tercih edildiği gün, bu şans elimizden çoktan çıkmıştı.
Bunu, artık bugün tartışmanın, yaşanan son gelişmelerle beraber bir anlamı da kalmamıştır. Bugün anlamlı olan, iktidarın HDP’yi ve 6 milyon seçmenini yok etmeye yönelik teslim alma politikasına karşı, ne yapabileceğimizdir. İktidarı Kürtlerin ve sol güçlerin üzerine doğru yıkmaya çalışan ve yine aradan sıyrılıp, iktidar olmanın, olmadı ortak olmanın derdine düşmüş olanlara karşı nasıl bir siyaset ortaya konulması gerektiğidir.
AB’ ve ABD’den, iktidarda kalma iznini, büyük pazarlıklarla sağlayabilme gücüne hala sahip olan, içeride ise tüm muhaliflerinin üzerinde tepe tepe şiddetini uygulamanın zemini yaratan bir iktidar var. İçeride yaptıklarını dışarıda, dışarıya verdiklerini içeride bir koz olarak kullanan ve bunun için her yolu mubah gören bu iktidara karşı, nasıl bir yol inşa edileceği sorusu, en hakiki olandır.
Başa dönersek, iki partili ittifak siyasetinin hem karşısına geçebilecek, hem sözünü kurabilecek, hem de siyaset dengesine güçlü bir müdahalede bulunabilecek “halk ittifakı” merkezi oluşturmak ve oluşturulan bu merkez ile sürece müdahale etmek, en öncelikli politikalardan biri olabilir.
Ana muhalefet ve çeperine kenardan yanaşma, güç verme, rol alma çabalarından ve beklenti içine giren yaklaşımlardan hızla kurtulup, alternatif siyasetin önünü açacak stratejik yaklaşımlarla, belirleyici ve öncü politikalar hayat bulabilir.
Ve elbette,
Siyaseti birbirimizden kaçarak değil, birbirimize merhem olarak büyütebiliriz.