Vizyona yeni giren filmler açısından kesat ve vasat sayılabilecek bu haftanın en seyre değer filmi, yönetmen ve senarist olarak Mehmet Eryılmaz imzalı Misafir. Eryılmaz’ın ilk uzun metrajı Hazan Mevsimi’nin.(2008) sekiz yıl sonra gelen devam filmi niteliğindeki Misafir, annesinin ölüm döşeğinde olduğu haberini alması üzerine, yıllar önce kovulmuş olduğu baba evine dönen bir kadının öyküsünü perdeye getiriyor. Filmin doğalcı anlatımını zedeleyen ve anlatının ana ekseni ile uyumu açısından gerekliliği tartışılabilecek kimi sekanslara karşın Misafir geneli itibariyle belirli bir sosyal çevre içindeki aile yaşamını sahicilik hissiyatı yaratacak şekilde aktarması açısından övgüye değer bir çalışma. Haftanın yeni filmleri içinde öncelikle önerilmeye değer olanı Misafir olmakla birlikte, öte yandan haftanın en ilginç yeni filmi ise Alamet-i Kıyamet: Tarikat adlı yerli korku filmi.
Türkiye sinemasında son yıllarda yaşanan korku filmleri furyasına geçtiğimiz aylarda bu köşede değinmiş ve bu furyanın ana gövdesini oluşturan İslami motifli korku filmlerinin “ideolojik/siyasi topoğrafyasını” çıkartmaya yönelerek bu filmlerin tamamının değil ama bir bölümünün İslami motifler içermenin ötesinde İslamcı anlatılar içererek “İslamcı kültürel hegemonya inşa süreçlerine dahil olma işlevi” taşıdıklarını kaydetmiştim. Alamet-i Kıyamet: Tarikat ise standart İslamcı bir anlatı içermemek bir yana kimi açılardan böylesi anlatı kalıplarını eleştirel biçimde tersine çeviren bir senaryoya sahip. Aslen Rosemary’s Baby (1968) adlı korku sineması klasiğinin öyküsünü temel esin kaynağı almış olduğu çok bariz olan senarist-yönetmen Doğa Can Anafarta, şeytanın evladını dünyaya getirmesi için bir kadının, Satanist komşularının tezgahıyla hamile bırakılmasını anlatan bu öyküyü Türkiye bağlamına uyarlamaya yönelmiş. Konusu, Körfez Depremi’ni de kıyamet alametleri arasında saymak için olsa gerek, 1999’da geçse de daha jenerik öncesinde bir camiinin yerine alışveriş merkezi yapılması için yıkılmasına dair hazırlıkları perdeye getiren film günümüzde ivmelenen malum kent politikalarına ve bu politikaların uygulayıcılarına, savunucularına taşlamayla açılıyor. Daha sonra da başkarakter olan genç kadının, babasının imam olmasına karşın kendisinin dindar olmamasını “babam dindardı ama annemi dövmeyi günah saymazdı, dindarlık öyleyse ben de böyleyim!” diyerek açıklamasıyla, dindar karakterleri yüceltip “inançsız” karakterlerin ötekileştirilmesi üzerine kurulu standart İslamcı anlatı kalıpları tersine çevriliyor. Filmin ilerleyen bölümlerinde genç kadın, yıllardır yüz çevirdiği imam babasından yardım istese de babası ona yardım etmek yerine kaçıp gitmeyi tercih ediyor.
Ancak Alamet-i Kıyamet: Tarikat, senaryosundaki bu ilginç çıkışlara karşın bir korku filmi olarak yetkin bir ürün değil. İtalyan korku sineması başyapıtlarından Cehennem’den (Inferno, 1980) kısmen esinlenmiş olabileceği izlenimi veren bir-iki mizansen dışında korku/dehşet anları öncesinde tekinsiz bir atmosfer yaratmaya dönük bir çaba gözlemlenemiyor ve korku/dehşet açısından ise aniden yüksek volümle patlayan ses efektlerine yoğun biçimde bel bağlanıyor. Öte yandan Alamet-i Kıyamet: Tarikat’ın eleştirel yönelimlerine karşın zaten son tahlilde İslami referansların dışına çıkmaması bir yana, başkarakter olan genç kadının evli bir adamla ilişkisi üzerinden başına bu musibetin gelmesi ise ayrıca düşündürücü. Özellikle Rosemary’s Baby’de muadil karakteri Satanistler’in pençesine düşüren onun kocası iken Alamet-i Kıyamet: Tarikat’ın senaryosunda tam da bu açıdan kaydadeğer bir farklılık olması dikkat çekici. Alamet-i Kıyamet: Tarikat, imam şahsındaki dindar kimlikle arasına sert biçimde set çekmekle birlikte şeytani kötücüllüğün kaynağını bir yandan vahşi kapitalizmle ama aynı zamanda zinacı kimliğine sahip bir kişilikle ilişkilendirerek ‘evli bir adamla ilişki kuran genç kızın başına gelen felaket’ tarzı bir okumaya da açık olması üzerinden muallak bir duruş sergilemiş oluyor.