Geçen hafta Perşembe günü başlayan 27’nci Uluslararası Ankara Film Festivali’nde sona yaklaşılıyor. Dünya sinemasından çok sayıda seçkin filmin de Ankaralı sinemaseverlerin karşısına çıktığı festivaldeki yarışmalar ise ulusal nitelikli. Yarın yapılacak ödül töreninde Ulusal Uzun Film, Ulusal Belgesel ve Ulusal Kısa Film yarışmalarında ödüller sahiplerini bulacak. Geçen ay Istanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasında favoriler arasında sayılmasına karşın ana jüri tarafından sürpriz biçimde tek bir ödül dahi verilmeyen Ana Yurdu Ankara’da da yarışıyor.
Ankara Film Festivali belgesel ve kısa film yarışmaları ise son bir yıldır festivalleri meşgul eden işletme belgesi sorunu ile gündeme geldi. Festivallerle ilgili bakanlık yönetmeliği, festivallerde gösterilecek kısa film ve belgeseller de dahil olmak üzere tüm yerli filmlerin işletme belgesi almasını zorunlu kılıyor ancak bu yönetmelik geçen yıla kadar uygulanmıyor ve uygulanmamasına da ‘göz yumuluyordu’. Anımsanacağı üzere geçen yıl ise PKK kamplarında çekilen Bakur adlı belgeselin Istanbul Film Festivali’nde gösteriminin hemen arifesinde sözkonusu işletme belgesi şartı polis tarafından festivale “anımsatılmış” ve belgeselin gösterimi engellenmişti. Bu gelişmenin ardından pek çok festival, yerli filmlerden işletme belgesi istemeye başlamış durumda. Bu minvalde Ankara Film Festivali de yarışmaya seçilen filmlerden işletme belgesi istemiş ancak bazı kısa film ve belgesellerin yönetmenleri sözkonusu belge için başvurmayı reddetmiş ve bu belgesel ve kısa filmler festivaldeki gösterim programından çıkarılmıştı. Öte yandan gösterim programından çıkarılan bu filmlerin bazıları salt jüriye özel gösterimler üzerinden yarışma kapsamında kalmayı tercih ederken, bazıları ise eş zamanlı olarak gerçekleşmekte olan İşçi Filmleri Festivali kapsamında izleyiciyle buluştular.
Kangrenleşen işletme belgesi şartının sorun olmasının ardında iki neden yatıyor. Birincisi, bu belgenin başvuru süreci belli mali yükler getiriyor ve çoğu bağımsız, hatta bazıları amatör yapımlar olan belgesel ve kısa filmlerin bu mali yükü kaldırabilmeleri çok zor, özellikle amatör kısa filmler açısından olanaksız. Bütçeleri yüksek kimi festivaller sorunun bu yönünü kendileri üstlenerek aşabiliyorlar ancak her festivalin gücü doğal olarak buna yetmeyebiliyor. İşletme belgesi şartının ikinci ve daha ilkesel bir sorunlu yönü ise festivallerde gösterilecek filmleri sansürün denetimi altına sokması. Bu belgeyi salt bir telif hakkı korunmasına dönük kayıt işlemi olarak takdim eden yandaşların gizlediği gerçek şu ki bu belgenin verilmesi şartları arasında sözkonusu filmin denetimden geçmesi de yeralıyor ve bu denetim filmin yasaklanabilmesi seçeneğini de içeriyor. Yani iktidar, festivaldeki yerli filmleri doğrudan sansüre tabii tutmak yerine araya paravan olarak işletme belgesini koymuş durumda: Filminizin festivalde gösterilmesi için denetimden geçmesi şartı güya yok, işletme belgesi alması şartı var ama işletme belgesi almak için denetimden geçme şartı var!
Süper Kahramanların İç Savaşı
Bu hafta sinemalarda vizyona giren filmler arasında en kaydadeğer olanı Çağıl Nurhak Aydoğdu’nun ilk yönetmenlik denemesi olan Yarım. Zeka özürlü genç bir erkekle evlendirilen çocuk yaşlardaki genç bir kadının öyküsünü aktaran Yarım çok sıradışı bir ‘çocuk gelin’ öyküsü çünkü zaman içinde bu “karı-koca” arasında gerçekten de insani bir ilişkinin filizlenmesini ve yetişkin aile bireylerinin bazıları arasında bu duruma karşı gelişen hasedi perdeye getiriyor.
Bu arada 12 Eylül döneminde idam edilen bir ülkücü hakkındaki Ankara Yazı: Veda Mektubu’nun basın öngösterimi duyurusu şahsıma iletilmemiş olduğu için bu filmin eleştirisini es geçmek durumundayım.
Bu hafta vizyona giren yabancı filmler içinde öne çıkanı ise Hollywood’un süper kahraman filmleri furyasının en yeni halkası olan Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı (Captain America: Civil War). ABD’de 2006-07 yılları arasında yayınlanan, ana serisi Türkiye’de ilk kez 2010’da toplu albüm formatında piyasaya çıkan ve daha sonra tekrar tekrar yeni baskıları yapılan İç Savaş (Civil War) başlıklı çizgi romanın serbest bir uyarlaması olan filmin Türkçe adında her nedense “İç Savaş” yerine “Kahramanlar Savaşı” ibaresi kullanılmış.
Marvel Yayınevi ürünü olan ve bu yayınevinin külliyatındaki tüm süper kahramanları biraraya getiren İç Savaş, süper kahramanların faaliyetleri esnasında sık sık sivillerin de zarar görmesinin yarattığı tepkiler sonucu, süper kahramanları devlet denetimi altına almaya dönük bir yasa çıkarılmasının ardından süper kahramanların bu yasayı kabul edenler ve karşı çıkanlar olarak iki kampa bölünüp birbirleriyle savaşmalarını öyküler. Ana çizgi roman dizisinde, adalet anlayışı kendinden menkul ve kimseye hesap vermeyen bir gücün kamu denetimi ve emri altına alınması gereği ön plana çıkarılırken, ana diziyle paralel diğer serilerdeki ilgili episodlarda ise süper kahramanların devlet otoritesine tabi olmalarının kendi vicdanları doğrultusunda bireysel karar alma hak ve özgürlüklerinin ihlali olduğu görüşü vurgulanır, hatta yasaya muhalif süper kahramanlara reva görülen ABD sınırları dışında tecrit koşullarında yargı önüne çıkarılmadan ömür boyu hapsedilmeleri uygulaması ile bariz biçimde Guantanamo göndermesi yapılır. Bu arada Örümcek Adam 1950’lerde ABD’deki anti-Komünist cadı avlarında soruştuma komisyonuna meydan okumuş bir muhalifin hayat hikayesinden de ilham alarak yasa karşıtı süper kahramanların safına geçer. İç Savaş çizgi romanının siyasi altmetinlerini tüm yönleriyle tartışmak bu sinema yazısının kapsamını çok genişletecektir ancak güç kullanımının kamusal denetime tabii ve hesap verebilir olma ihtiyacı ile devlete angaje güç tekelinin sakıncalarından özgür irade sorunsalına kadar pek çok tema içerdiğini vurgulamak yeterli olacaktır.
Filmi ele alırken kaynak çizgi romanın içerdiği tartışmaları kısaca da olsa not etmemin sebebi ise sinema uyarlamasının kaynak çizgi romandaki bu tartışmaları büyük ölçüde es geçiyor olduğuna işaret edebilmem ilişkin. Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı, İç Savaş’ın uyarlaması olduğu kadar hatta ondan daha ziyade bir önceki Kaptan Amerika filmi olan Kaptan Amerika: Kış Askeri’nin (Captain America: The Winter Soldier, 2014) devamı niteliğinde ve o filmin öyküsüyle bağlantılı yeni bir öykü İç Savaş anlatısının merkezine eklektik biçimde içerilerek süper kahramanlar arasındaki kamplaşma ilkesel düzeyde farklı tavır alışlardan ziyade bu öykü üzerinden daha çok kişisel bir konuya kaydırılmış. Üstelik film, “Kış Askeri” etrafındaki öykü bağlandığında bitiyor İç Savaş’a dair çerçeve öykü henüz bağlanmadan.
Filmin çizgi romandan farkı “Kış Askeri” etrafındaki öyküyü içermesinden ibaret de değil, örneğin özellikle Örümcek Adam’ın filmdeki konumu çizgi romandakinden çok farklı. Öte yandan çizgi romanda süper kahramanları denetim altına alan yasa ABD Kongresi tarafından çıkarılıp süper kahramanların Amerikan devletinin memurları haline gelmesi sözkonusuyken filmde ise uluslararası bir anlaşma yapılıyor. Denetimin uluslararası ölçeğe aktarılması ise muhalif süper kahramanları Amerikan devleti ile karşı karşıya getiren özgün öykünün bu yönünü gölgede bırakıyor.
Ve Dorsay
Atilla Dorsay’ın 1 Mayıs’ta yayınlanan köşe yazısında tarihsel Emek sineması için “ağıt yakmayı” artık bırakacağını beyan edip sahte “Emek” sinema salonuna methiye düzmesi geçen haftanın üzücü bir gelişmesiydi. Bu yazısıyla Dorsay, Emek sineması mücadelesinde yalnızca pes etmekle kalmış olmadı, sahte “Emek” salonunun pr’ına doğrudan omuz vermiş oldu. Dorsay’ın sahte “Emek”’e methiye yazısına Emek Bizim platformu kendisine bir dizi soru da sorarak çok yerinde bir karşılık verdiği için o karşılığın linkini (*) paylaşmak bu haftaki yazımın hacmini daha da genişletmemek adına şimdilik yeterli olacaktır (**).
(*) https://www.facebook.com/emekbizim/posts/1089779237731700
(**) Ancak bir sinema yazarı olarak konunun kaydetmem gereken bir başka yönü var. Anımsanacağı üzere bu yılki SİYAD ödül töreninde sahte “Emek” sinemasında düzenlenebilecek etkinliklere katılmayacağımızı beyan etmiştik. Yönetim Kurulu olarak böyle bir açıklama yapma önerimizi önceden tüm üyelerimize, önerdiğimiz metin ile birlikte sunmuş ve böyle bir açıklama yapılmasını onaylayıp onaylamadıklarını sormuş, üyelerin çoğunluğu bu konuda görüşünü yine tüm üyelere yazılı olarak iletmiş ve yazılı görüş beyan edenlerin tamamı açıklama önerimize onay verdiklerini beyan etmişler, yani sözkonusu açıklama SİYAD üyelerinin mutlak çoğunluğu tarafından onaylanmış ve bu onay alındıktan sonra yapılmıştı. Dorsay’ın “Onursal Başkan” sıfatını taşıdığı bir derneğin mümkün en geniş katılım kanalıyla, en demokratik süreç işletilerek üyelerinin mutlak çoğunluğunun onayları ile benimsenmiş bir karara karşı tavır almasının örgütlülük bilinciyle, örgütlülük etiğiyle bağdaşması olanaksız.