Dün vizyona giren yeni Cem Yılmaz filmi Arif v 216’nın bir sahnesinde Arif, filmin “kötü adamının” kendisine önerdiği paraları sayarken yakın arkadaşı robot 216’ya yakalandığında ayıbını örtmek istercesine “ben paraları onun yüzüne vurmak için elime almıştım” minvalinde bir bahane uyduruyor ve tanınmış filmlere atıfta bulunurken Yaşar Usta’yı da anıyor. Burada anılan Yaşar Usta, Yeşilçam klasiği Bizim Aile’de (1976) dün yitirdiğimiz Münir Özkul’un canlandırdığı aile babası, emekçi karakter.Bizim Aile’de Yaşar Usta’nın fabrikatör Saim Bey’in yüzüne para fırlatması gibi klişe bir sahne yoktur ama Yaşar Usta’nın Saim Bey’e hitaben yaptığı “Bak beyim, sana iki çift lafım var” ile başlayan ve “Hiç düşünmeden çeker vururum seni; anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile” ile biten şahanetirad, Türk sinemasında paranın saltanatına karşı en unutulmaz ve halkın belleğinde, gönlünde en fazla yer etmiş meydan okuma olarak –bireysel düzeyde bir meydan okuma olsa da- yakın dönem kültürel tarihimizde yerini çoktan almış durumda.
Sözkonusu tiradın etkileyiciliği kuşkusuz senarist Sadık Şendil’in kaleminin yanısıra Münir Özkul’un performansından da kaynaklanmakta. Nitekim Münir Özkul’un bu kadar çok sevilmesinde dürüst, namuslu, alçak gönüllü, fedakar, yürekli ve benzeri karakter özellikleri ile belirlenen “iyi insan” tiplemelerini çok başarıyla canlandırıp böylesi karakterlerle adeta özdeşleşmiş olmasının büyük payı var. Arif v 216’da da Münir Özkul’un canlandırdığı en unutulmaz karakterlerden Yaşar Usta’ya yukarıda kaydettiğim üzere gönderme yapılması, sevilip sayılan bir isme, imgeye yalnızca saygıyla selam göndermekten öte bir işlev taşıyor çünkü bu yeni Cem Yılmaz filmi basitçe nostaljiye bel bağlamakla yetinen bir çalışma değil.Son çeyreğinin haddinden fazla uzun olup filmin sündürülmüş hissi verecek şekilde “hissedilen süresinin” fazla uzun olması ve ayrıca baştan sona gereksiz derecede (potansiyel izleyici kitlesinin önemli bir bölümünü rahatsız edecek düzeyde) fazla küfür içermesi gibi bazı defoları olsa da Cem Yılmaz’ın en azından son yıllardaki en kalburüstü filmi sayılabilecek olan Arif v 216, cüretkar bir iddia olacak ama, son tahlilde sinemanın, özellikle popüler sinemanın toplumsal işlevini ve bu bağlamda toplumsal sorumluluğunu sorgulamaya yönelik bir çaba.
Arif v 216, Cem Yılmaz’ın ilk olarak G.O.R.A’da (2004) izleyicilerle tanıştırdiği Arif’in o ilk filmdeki yan karakterlerden uzaylı robot 216’nın kendisini ziyarete gelmesiyle açılıyor ve mahalle halkının uzaylıyı aralarında istememeleri üzerinden belirsiz de olsa bir sosyal taşlama yönelimi, hatta Arif’in “komşularla sıfır sorun” serzenişiyle biraz doğrudan siyasal göndermeler de sergiliyor ama Arif ve 216’nın bir zaman makinasıyla 1960’lı yılların Türkiyesine gitmeleriyle filmin rengi değişiyor.Çünkü anlatının odağına doğrudan popüler sinemaya dair bir sorunsal oturuyor, yani Arif v 216 genel anlamda sosyal taşlama içeren bir popüler filmden ziyade özel olarak popüler sinema üzerine popüler bir filme dönüşüyor. İlk başta yüzeysel parodiye dayalı bir kolaycılık olarak algılanabilecek bu rota değişimi aslında tam tersi etki yapıyor çünkü filmin açılış sahnelerindeki sosyal taşlamaların altı doldurulmamışken ana gövdesindeki popüler sinemaya dair sorgulaması ise daha esaslı. 216, klasik Yeşilçam filmlerinin naifliğindeki duygusallığa özlem duymaktadır, sinik Arif ise ona Zeki Demirkubuz filmlerini önerir, “bak orada ne büyük yalnızlıklar var” diyerek. 1960’lara ışınlandıklarında ise Arif ve 216 kendilerini kör genç kadın figürü dahil tam bir Yeşilçam filmini andırdan bir ortamda bulurlar. Arif bir an evvel bu devirden uzaklaşıp işlerini yoluna koymuş olduğu günümüze dönmek isterken 216 tam da özlemini duyduğu bir yaşama kavuştuğu hissine kapılır. Ancak işler 216’nın umduğu gibi yürümez çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değildir, Arif ve 216 aslında “iyi insanların yalnızca filmlerde olup olmadığını”, kişilerin Yeşilçam filmlerindeki durumlarla karşılaştıklarında gerçek hayatta da filmlerdeki gibi insanca davranıp davranmayacaklarını anlamaya dönük bir sosyal deneyin gayrihtiyari parçası olmuşlardır. Ve olayların gelişimi, bir yanlış anlama sonucu da olsa,216’yı hayalkırıklığına uğratacak şekilde olduğunda 216 da havlu atarak önceleri özenmiş olduğu naif yaşamın tam zıddı bir yaşama balıklama dalar. Arif zaman makinasıyla geleceğe gittiğinde ise dehşet içinde görür ki geçmişteki o kritik moment dolayısıyla gelecek bir distopya halini almıştır.Sinik Arif, “insanlara umutsuzluk aşılamayın!” çağrısı yapma noktasına gelir...
Başroldeki Cem Yılmaz’ın yazdığı senaryodan Kıvanç Barıönü’nün yönettiği Arif v 216’nın anlatısından çıkan sonuç aslında “iyi insanlar yalnız filmlerde mi olur?” sorusunun yanlış sorulmuş bir soru olduğu, meselenin püf noktasının bu olmadığı. Mesele, sinemanın ve genellersek kurgusal anlatıların, gerçek hayatı doğru betimleyip betimlemediklerinden ibaret değil. Sinema ile, ve kurgusal anlatılar ile, hayat/gerçeklik arasındaki ilişki bir mecranın diğerini yansıtması ya da çarpıtması şeklinde bir ilişki değil. Hayat/gerçeklik kendi içinde farklı olanakları barındıran bir olgu. Ve hayatın, gerçekliğin nasıl, hangi yönde dönüşeceğinde-ona ayna tutan değil- seçici bir yansıtma yapan, adeta “yol gösteren” kurgusal anlatıların da payı var;Arif v 216 örtük ve biraz muğlak biçimde de olsa sinemanın işlevine dair bu paradigmayı son tahlide doğru kuran bir film olarak dikkat çekici ve dikkate değer bir sinema ürünü.
Başa dönecek olursak, zira Münir Özkul’un önemi kendisinin Yaşar Usta gibi bir insan olup olmamasından ve/veya onun başarıyla canlandırdığı Yaşar Usta’nın gerçek yaşamda Yaşar Usta gibi davranan kişilerin mevcudiyetinin sahici bir temsili olup olmamasında öteye, içimizdeki Yaşar Usta’yı açığa çıkarmayı teşvik edici, özendirici bir imgenin başarıyla canlandırılmasını sağlamış olmasındaydı.