Dün vizyona giren Atçalı Kel Mehmet adlı yerli yapım, Osmanlı tarihinde “Aydın İhtilali” olarak anılan ancak örneğin Şeyh Bedreddin İsyanı’na oranla günümüzde az bilinen tarihsel vakayı beyazperdelerimize taşıyor. “Aydın İhtilali”, 1829’da Atçalı Kel Mehmet isminde bir efe liderliğindeki zeybeklerin Aydın yöresinde kısa süreliğine de olsa denetimi tamamen ele geçirerek yoksul halkı gözeten bir yönetim kurmalarına dönemin tarihçileri tarafından verilen addır. Atçalı Kel Mehmet’in yaşamı daha önce Yeşilçam döneminde Fikret Hakan’ın başrolde olduğu bir film ile bir roman, bir oyun ve birkaç araştırma kitabına konu olmuş ve Atçalı’da Kel Mehmet’in bir heykeli mevcut olsa da Anadolu tarihindeki bu dikkate değer deneyim hakettiği ölçüde yaygın bir toplumsal bilinirliğe ulaşmış değil. TRT desteğiyle çekilen yeni Atçalı Kel Mehmet filmi, salt bir sinema eseri olarak bakıldığında çok sayıda zaafla malul olsa da en azından Anadolu tarihinde zulme ve sömürüye direniş geleneğinin nispeten gölgede kalmış ama anılmaya değer bir öğesini tekrar anımsattığı için dikkate değer bir çalışma.
Olayların akışının, hatta buna “akış” değil sırayla perdeye gelme demek daha doğru olur, çok mekanik biçimde gerçekleşmesinden kimi oyunculuk performanslarının göze batmasına, müzik kullanımındaki kolaycılığa ve nihayet aksiyon mizansenlerindeki yetersizliklere kadar pek çok sebeple Atçalı Kel Mehmet izleyiciye bir film izlediğini unuttturup onu içine alan, sarıp sarmalayan bir seyir deneyimi sunamayarak bir “temsili olarak canlandırılma” modu düzeyinde kalıyor ne yazık ki. Öte yandan Atçalı Kel Mehmet’e efeliği devreden emektar efe olarak yardımcı ama kilit bir roldeki Cemal Hünal’ın kimi repliklerindeki didaktizme rağmen sırf bakışları ve diğer yüz ifadeleriyle, beden diliyle filmin çekim merkezi olabilmesi ile gözalıcı kostüm çalışması ise filmin sinemasal artıları; gerçi dağlarda mağaralarda yaşayan efelerin rengarenk kostümlerinin o koşullarda capcanlı renklerini koruyacak kadar nasıl tertemiz kalabildiği soru işareti oluştursa da.
Atçalı Kel Mehmet bu topraklardaki saygıdeğer bir tarihsel deneyimi, böylesine zayıf bir sinemasal dille olsa da tarihsel gerçeklere makul ölçüde sadakatle perdeye getiren bir film olmasıyla, genelde lümpenlik ve faşizmin damgasını vurduğu günümüzün yerli popüler sinemasında aradan sıyrılmayı hakediyor. Atçalı Kel Mehmet’in anımsattığı “Aydın İhtilali”, hem birkaç ay içinde bastırılmış olduğu gerçeğine rağmen son tahlilde yaşanmış olmasıyla onur verici, hem de üzerinde düşünmek ve tartışmak için ilginç doneler sunan bir vaka. “Komünist” Şeyh Bedreddin’in teşbihte belli bir hata payıyla adeta “sol kanat sosyal demokrat” versiyonu, bir çeşit Türk Zapatası sayılabilecek Atçalı Kel Mehmet’in ilk başta Osmanlı devletini karşısına almak gibi bir niyeti olmayıp, hatta bundan kaçınarak devletin yöredeki adaletsiz ve zalim temsilcilerini tasfiye etmekle, onların yerli işbirlikçilerine boyun eğdirmekle yetinmesi, yönetimi altındaki yörede ağır ve haksız vergileri kaldırıp yoksul halkı rahatlatırken mülkiyet düzenin özüne dokunmaması, ama nihayetinde herşeye rağmen Osmanlı devletinin ona tahammül etmeyip yörenin zengin aileleri üzerinden onun üstüne gidebilmesi hep ciddi siyasal tartışmalar için malzeme teşkil eden doneler.
Bu arada Atçalı Kel Mehmet, Batı Anadolu’daki efelik/zeybeklik pratiğini de oldukça yerli yerine oturtuyor. Filmde bir yandan efelerin/zeybeklerin ağa zulmü ve sömürüsüne karşı genelde bir basınç ve direniş kanalı olarak toplumsal işlevi vurgulanırken bu açıdan külliyen bir genellemeye gidilmeyerek zulmün ve sömürünün kiralık maşası olarak işlev görebilen efelerin varlığı da “Uzun’un her yanı efe olsa kaç yazar?!”, “Sende yürek var mı, Uzun?!” gibi hitaplara konu olan Uzun Efe adlı kötücül bir karaker üzerinden perdeye geliyor..
Tarla ve diğerleri
Bu haftanın vizyonunda dikkate değer filmler birden fazla. Tarla, ilk başta N.B. Ceylan başyapıtı Uzak’tan (2002) beri “sanat sinemamızda” örneklerini gördüğümüz ‘büyük şehre gidip kendine iyi bir hayat kurmuş aile ferdiyle taşrada saplanıp kalmış aile fertleri’ arasındaki çelişkili ilişkiler üzerine bir film izlenimi verse de aslında ‘büyük şehirin’ Uzak’ta yansıtıldığı gibi refah içinde ama “yabancılaşmış” yaşamların mekanı değil, maddi güçlüklerin ezici biçimde hüküm sürdüğü bir diyar olduğunu yansıtması açısından önemli ve adeta Uzak’ın kritiğini yapan bir film. Uzak, şehirli olmuş başkarakterin talihsiz akrabasıyla sonunda empati kurabilmesiyle bitiyordu, Tarla’da ise ‘talihsizliğin’ farklı biçimlerde tezahür etse de şehirli-taşralı ikileminin ötesinde tüm yaşamlara nüfuz etmiş olduğu sergileniyor ve empati kuran özne konumu tersine çevriliyor. Özellikle finaline gelinceye kadar ağır temposu izlemeyi gereğinden fazla zorlaştırsa da Tarla yine de kaçırılmaması gereken bir yerli yapım. Son olarak, çok-uluslu bir Avrupa yapımı olan İz’in (Spoor) hayvan hakları savunusu eksenli ilginç bir gerilim/cinayet muamması filmi olduğunu, ayrıca İran sinemasının tanınmış yönetmenlerinden Asghar Farhadi’nin kariyerinde öne çıkmış filmlerinden Elly Hakkında’nın da (Darbereye Elly, 2009) yıllar sonra bu hafta ülkemizde vizyona girdiğini not edeyim.