Geçen yılki Adana Film Festivali’nde prömiyerini yapan yerli filmlerden en beğendiğim, absürd / kara mizah yönelimli Babamın Kemikleri’ydi. Cem Davran’ın başrolde yer aldığı Babamın Kemikleri, dün (Cuma) ülke çapında toplam 35 dolayında salonda gösterime girerek bu yıl şu ana dek en sınırlı ölçekte gösterim olanağı bulan yerli film oldu. Üstelik Babamın Kemikleri’nin gösterime girdiği sinemalara yakında bakıldığında örneğin İstanbul’da yalnızca beş salonda gösterildiği ve bu salonların da çoğunun şehir merkezi dışındaki sinemalarda olduğu fark ediliyor. Nitekim Cem Davran, filmin vizyona girişini kişisel twitter hesabından duyururken “Bazı sinemalarda. Ara, bul, izle!” ifadesini kullandı... Davran’ın birkaç gün önceki “Bize de yer açın” sitemli çağrısı, beklendiği üzere karşılık bulmamış.
Oysa, orta yaşlarda bir erkeğin, müteveffa otoriter babasının kendisi üzerindeki etkisinden kurtulmasını ve böylece kendi oğluyla, babasının kendisiyle kurmuş olduğu ilişkiden farklı bir ilişkiye yönelmesini perdeye getiren Babamın Kemikleri gerçekten de aranıp bulunup izlenmeyi hak eden bir film. Çocukluğu bir köyde geçmiş ama artık şehirde yaşamakta olan Ömer, ölüm döşeğindeki annesinin, babasının köydeki mezarının yanına gömülme şeklindeki vasiyetini yerine getiremeyeceğini söyler çünkü doğup büyüdüğü köye, filmin başlangıcında izleyicilere tam olarak açık edilmeyen ama utanç verici olduğu hissettirilen bir nedenden dolayı, dönmek istememektedir. Ancak Ömer, annesinin ısrarları karşısında babasının kemiklerini köylerindeki mezarından kimselere görünmeden çıkarıp annesinin şehirdeki müstakbel mezar yerinin yanına tekrar gömmek amacıyla götürmek üzere oğluyla birlikte yola çıkar. Gerek bu yolculuk boyunca gerekse köye varıp mezar kazmaya giriştiklerinde baba-oğulun başlarına, pişmiş tavuğun başına gelmeyecek olaylar gelir. Bütün bunlara karşın ve biraz da bunlar sebebiyle bu yolculuk, yaşama coşkusunu yitirmiş bir kişi olan Ömer’in hem kendi çocukluğundaki travmayı atlatması, kendisiyle barışık hale gelmesi, hem de o günlere kadar bırakın baba şefkatini, asgari bir ilgiyi bile esirgediği oğlunu yakından tanıması için bir fırsat olacaktır.
Adana Film Festivali’ndeki ulusal yarışma filmlerini bu köşede topluca değerlendirdiğim yazımda Babamın Kemikleri’ni bir toplu değerlendirme yazısı çerçevesinde sınırlı olarak ele alırken kaydettiğim üzere Babamın Kemikleri’nin, Ahlat Ağacı ve Güvercin’de izlediğimiz baba-oğul ilişkilerinden farklı bir baba-oğul anlatısı perdeye taşıması dikkat çekici. N.B. Ceylan ve Banu Sıvacı’nın filmlerindeki baba figürleri, egemen toplumsal kabuller nezdinde “makbul” sayılmayan figürler ve bu filmlerdeki oğulların, babalarının mirasını devralmaları toplumsal olarak geçer akçe sayılan normların dışında konumlanışları anlamı taşıyor. Babamın Kemikleri’ndeki baba figürü ise, Onur Saylak’ın yönettiği Daha’daki baba gibi evladına hayatı zehir, dünyayı zindan eden kadim otoriter baba figürü. Her üç filmde de evlatlar sonuçta babalarının yolundan gidiyorlardı; ancak baba figürlerinin zıt niteliği dolayısıyla bu durum Ahlat Ağacı ve Güvercin’de egemen değerlere isyan, Daha’da ise egemen yapıya entegrasyon halini alıyordu. Babamın Kemikleri’nde ise Ömer’in babasına benzememeye karar vermesi insani bir yaşama, insani ilişkilere geçiş olarak şekilleniyor.
Yer yer absürd, yer yer kara mizah öğelerinin dramatik yapı içinde ustaca kullanıldığı Babamın Kemikleri’nin zaten ‘elde var bir’ kozu, Cem Davran’ın başarılı oyunculuğu. İsmail Doruk’un yazıp Özkan Çelik’in yönettiği filmde aslen dram özündeki anlatı, mizahi öğelerle genellikle doku uyuşmazlığı taşımadan işlenmiş. Belki bu uyumun tek istisnası, Ömer’in çocukluğundaki travmanın biraz yapay biçimde “ağır” bir sinema diliyle perdeye gelmesi. Ancak bu ve benzer birkaç tali defosuna karşın Babamın Kemikleri, yerli sinemamızda farklı bir soluk, ana akım seyircilere aykırı gelebilecek (“mezar hırsızlığı” [!], vd.) konusuyla cesur bir girişim ve absürd mizahı kolaycı biçimde kendinden menkul olarak değil dişe dokunur bir tema yolunda kullanması ile de takdir edilesi bir çaba. Bütün bunların üstüne, filmin nihai yöneliminin karamsarlık, insansevmezlik değil tersine insanın ‘insani’ potansiyelinin açığa çıkışına dair umut verici oluşu da cabası.
Bazı iyi filmler her şeyin ötesinde anlatılarını bağladıkları noktadaki ufak ama aslında her şeyi özetleyen bir hareketle insanı etkilerler, bıraktıkları tortuyu bu belirler; Uzak’ta başkarakterin kardeşinin ucuz sigarasını yakıp bir nefes alması gibi. Babamın Kemikleri’nde de Ömer’in oğluna yönelik, bu yazıda açığa vurmayacağım, bir anlık bir el hareketi şahsen bende bu filmi hiçbir zaman unutmamamı garantileyecek bir etki bıraktı.