Dün gösterime giren filmlerin en iyisinin oldukça ustaca yönetilmiş ve iyi oynanmış yarı-bağımsız Amerikan yapımı aksiyon-gerilim karması Anne (Kidnap) olduğu bu haftanın sinemalarda vizyona yeni giren filmler açısından vasat bir hafta olmasını vesile edip haftalık film eleştirilerine ara vererek, yerli bağımsız sinemamızın içinde bulunduğu kıskaç hakkında, bazılarına daha önce de bu köşede ayrı ayrı yazılarda değindiğim tespitlerin bir bölümünü bu yılki gelişmelerin ışığında yeniden ve bir arada ele almak istiyorum.
Bu yıl şu ana dek vizyona giren 79 yerli filmden yalnızca dördünü bu köşede tanıtmaya değer görmüşüm: Koca Dünya, Zer, Kaygı ve Genco. Bunlardan Zer hariç diğer üçü 8 ila 22 salonda filmleri gösterilen Başka Sinema, Zer ise 20th Century Fox’un Türkiye dağıtımcısı konumundaki The Moments Entertainment tarafından ama sınırlı ölçekte, maksimum 16 salon üzerinden dağıtılmış ki nispeten en çok izleyici çekeni 22 bin izleyici sayısına yaklaşan Zer. Bağımsız filmlerin Türkiye’deki makus talihinin en büyük müsebbibi olarak gösterilen dağıtım tekelinin yansıması ilk bakışta bu örneklerde de görülüyor: En pespaye yerli korku filminin bile onlarca salonda gösterime girdiği ülkemizde en kalburüstü filmlerimiz ise 20 salonu bulduklarında “sevinmek” durumunda kalıyoruz. Ancak daha önce de birkaç kez önceki yazılarımda vurguladığım üzere, rakamlara yakından baktığımızda sorunun kökeninde dağıtım tekelinin kendisinin yatmadığına, ya da en azından sorunun bundan ibaret olmadığına işaret etmek gerekli. İşin gerçeği şu ki sözkonusu bağımsız filmler gösterime girebildikleri salonlarda da çok az sayıda izleyici tarafından izleniyorlar: salon başına düşen izleyici sayıları da bir hayli düşük. Kanımca bu noktada sorunun kaynağını dağıtım düzleminde değil tanıtım düzleminde aramak gerek. Hollywood’da bir filmin bütçesinin yaklaşık üçte bir ile dörtte bir arasında bir meblağ tanıtıma ayrılırken yerli bağımsız filmlerimiz açısından bu miktar sıfıra yakın. Bağımsız sinemacılarımız ellerinda avuçlarında ne varsa filmin yapımına sarfetmek durumunda kalıp tanıtıma kaydadeğer bir kaynak ayıramıyorlar. Salt sosyal medya üzerinden tanıtımın gücü ise işte ancak bu kadarına yetiyor.
Sinemaya destek politikalarının geliştirilmesinde bu konunun üzerine gidilmesi gerekirken yeni sinema yasası hazırlıklarında ise, yetkililerin bir basın toplantısındaki açıklamalarından anladığımız kadarıyla, tam tersi bir yönelim sözkonusu: bir milyondan fazla izleyiciye ulaşan filmlere destek verilmesi planlanıyor! Yani filmlerin daha geniş izleyici kitlelerine ulaşabilmesinin yolları aranmak yerine en çok izleyiciye ulaşmış olanların desteklenmesi öngörülüyor… Bırakın bir piyasa ekonomisinde zaten beklenmeyecek olan fırsat eşitliğini, fırsatlar arasındaki dengesizliklerin nispeten törpülenmesi yerine bir anlamda “zengini daha zengin yapmak” olarak görülebilecek bir hedef sözkonusu.
Mevcut desteklerde devreye sokulduğu anlaşılan “kara liste” uygulaması üzerine bu köşe de dahil bir hayli yazıldı. Keza bir şekilde destek verilenlerin de üzerinde denetimden 18 yaş sınırlaması çıkması durumunda desteğin geri alınması müeyyidesinin demoklesin kılıcı gibi sallandığını da geçen yıl Tereddüt’ün başına gelenlerde gördük. Yalnızca “kara listede” olduğu gibi görünmez veya 18 yaş müeyyidesinde olduğu gibi dolambaçlı yollardan da işlemiyor sinemacılarımız üzerindeki baskılar; bu yıl Zer’in makaslanarak sansürlenmesine, yönetmeni Kazım Öz makaslanan sahnelerde karartma yaparak protestoya yöneldiğinde makaslama kararının bile geri alınıp külliyen yasaklama kartının masaya sürülmesine de tanık olduk bu yıl. Son olarak, zaten son birkaç yıldır en hafif ifadeyle pek kimsenin “içine sinmeyen” bir hal almış olan Antalya Film Festivali’nin ulusal yarışmayı kaldırması da bütün bunların üstüne geldi, oysa ulusal yarışmaya seçilmek, hele bir de ödül almak, bu sinemacılarımız için hem dolaylı bir tanıtım olanağı sağlamış oluyor, hem de ödül kazananlar için maddi bir destek oluyordu. Sinema sektörünün kimi kuruluşlarının, Antalya’da ulusal yarışmanın kaldırılması karşısında biraraya gelerek seslerini yükseltmeleri kuşkusuz olumlu bir gelişme ama aynı kuruluşların Antalya’da daha birkaç yıl önce belgesel yarışmasının kaldırılması karşısında sessiz kalmış olmalarının ışığında aynı zamanda manidar. Türkiye’de makro ölçekte yaşanan gelişmelerin ve bu gelişmeler karşısında muhtelif öznelerin tutumlarının benzerleri sinema gibi daha mikro ölçekte de yaşanıyor uzun lafın kısası.