Bu hafta ülkemizde vizyona giren altı film içinde bir ‘kovboy filmi’ yeralıyor ve haftanın açık arayla en iyisi bu Danimarka yapımı ‘western’, İntikam (The Salvation, 2014). Bir zamanlar, klasik Hollywood çağında, sinemanın en popüler türleri arasında yeralmış olan western, sinema tarihi boyunca örneğin korku ve bilimkurguya oranla kalıcılığını koruyamamış ve adeta “modası geçmiş” bir tür. Doğal olarak Amerikan sineması menşeili bir tür olan western, bir ara Avrupa popüler sinemasında da boygöstermiş ve ‘spagetti westernler’ olarak nitelenen İtalyan yapımı kovboy filmlerinin başını çektiği bu furya türe geçici bir canlılık ve zenginlik getirmişti. İstisnaları olmakla birlikte klasik Hollywood westernlerinin kaba bir genellemeyle Amerikan ideallerini cisimleştirdiği, spagetti westernlerin ise bu idealizasyonu belki ters yüz etmemekle birlikte terkettiği söylenebilir; herhalde Amerikalı anaakım eleştirmenlerin spagetti westernleri uzun süre görmezlikten gelmelerinin, görmezlikten gelemediklerinde de hakir görmelerinin sebebi bu olabilir. Spagetti westernler bir yandan Amerikan tarihindeki ‘vahşi Batı’’yı daha gerçekçi, daha sert temsillerlle perdeye getirirken, diğer yandan da görüntü yönetimi ve müzik kullanımı gibi sinemasal araçlarda daha stilize bir yönelim taşıyorlardı. Ortak yapım düzeyinde Britanya ve Güney Afrika sermayelerinin de katkısını içermekle birlikte ağırlıklı olarak Danimarka yapımı olan İntikam, stilize bir anlatımı pek tercih etmese de spagetti westernlerdeki sert temsillerin mirasçısı olarak görünüyor.
Türkiye’de ilk olarak bu yılki İstanbul Film Festivali’nde izleyici karşısına çıkmış olan İntikam, ABD’ye yerleşmiş olan Danimarkalı göçmen Jon Jensen’in, yeni dünyada yeni bir hayat kurmayı başardıktan sonra yanına getirdiği karısı ve çocuğuyla buluşmasıyla açılıyor. Ancak yeniden biraraya gelmiş olan aile yeni evlerine doğru yola çıktıklarında, hapisten yeni çıktıkları anlaşılan iki kişinin tacizine uğruyorlar ve Jon’un karısıyla çocuğu katlediliyor. Eski bir asker olan ve silah kullanmayı iyi bilen Jon da onların katillerini öldürüyor. Fakat, Jon’un öldürdüğü adamlardan birinin, kasabayı pençesine almış kudretli çete reisi Henry Delarue’nin kardeşi olduğu anlaşılınca Jon bir anda av haline geliyor ve hayatta kalabilmek için Delarue ve çetesine tek başına meydan okumak durumunda kalıyor.
İlk bakışta İntikam’ın en dikkate değer yönü, ‘sıradan’ insanların kaba güç karşısındaki çaresizlik hislerini dehşetengiz biçimde başarılı olarak yansıtması. Filmin açılışında yolcu arabasında yaşanan taciz sahnelerinde ilk olarak kendisini hissettiren, güç karşısında her türlü zulme boyun eğme trajedisinin insanın yalnızca bedenini değil ruhunu da acıtıcılığı ilerleyen bölümlerde tüm bir kasaba halkının Delarue’nin gaddarlıklarına sessizce ve tepkisizce boyun eğmeleri ile tekrar tekrar perdeye geliyor.
Anlatı açısından ise başkarakterin göçmen kimliği hariç “klişe” bir western öyküsüne sahip gibi görünen İntikam’ı ilginç kılan husus, Delarue’nun iktidar ilişkileri içindeki konumunu anlaşıldıkça açığa çıkıyor. Kasabayı haraca bağlamış ve şerif ile belediye başkanını da birer hizmetkarı haline getirmeyi başarmış olan Delarue’nin aslında kendinden daha büyük güç odaklarının hizmetkarı olduğu ve yöredeki toprak mülkiyetinin el değiştirmesine yönelik bir planın parçası olarak faaliyet gösterdiğini öğreniyoruz. Yöredeki kızılderililerin katledilmesindeki öncü rolü sayesinde beyazların iskanını ‘güvenli’ hale getirerek öne çıkmış ve bu arada insanlıktan çıkmış olduğu söylenen Delarue artık kasaba halkını canından bezdirerek petrol zengini arazilerini kelepir fiyatlara satmalarını sağlamaya çalışan bir büyük sermaye hizmetkarından başka birşey değil aslında. Büyük resimden habersiz olan kasaba sakinleri arazilerini gözlerinin önündeki en önde gelen eşraf olan belediye başkanına satmakta, o da tapuları Delarue’ye, Delarue de petrol şirketine devretmektedir “küçük” komisyonlar alarak.
Özen Film filmlerinin “makus talihi”
‘Vahşi Batı’’nın sosyo-ekonomik tarihine dair böylesine bir arkaplan içeren İntikam’ın Türkiye’deki vizyon profili, ülkemizde sinemanın işletme ve dağıtım alanındaki tekelleşmenin sonuçlarını yansıtan manidar bir görünümde. En başta belirttiğimiz gibi haftanın açık ara en iyi filmi olan ve de ‘sanat filmi’ şablonunda olmayıp nispeten geniş izleyici kitlelerine hitabedebilecek nitelikteki İntikam, ülke çapında yalnızca 53 salon gibi çok düşük olmasa da yüksek de sayılamayacak sayıda salonda gösterime girdi. Üstelik salon sayısından daha da önemlisi Istanbul’da şehir merkezindeki sinemaların çok azında gösterimde, gösterimi ağırlıklı olarak ‘çevre’ semtlerdeki sinemalarda. İntikam’ın ithalatçısı ve dağıtımcısı Özen Film, daha on yıl öncesine kadar toplam izleyici sayısı içindeki pay açısından yüzde 35 ile ülkemizin en önde gelen dağıtımcıları arasındayken payı son yıllarda yüzde 1’in altına inmiş durumda. Türkiye’deki sinema salonlarının önemli bir bölümü, en revaçtaki salonların çok büyük bir çoğunluğu Mars grubunun denetiminde ve İntikam Mars’a bağlı salonlarda gösterime girememiş durumda. Tüm bu elverişsiz koşullar karşısında bu nadir westernin şeytanın bacağını ne ölçüde kırabileceği merak konusu.