Ezan’ı ayırdedici kılan, Z-tipi korku filmlerimiz içindeki ideolojik açıdan en gerici film olması.
Geçen yıl Egemen Bağış’ın internete düşen ses kaydında dile getirdiği “Google’a gir.... Kuran’da bilmem ne diye search yap, hepsi çıkıyor. Oradan beğen bir tane salla gitsin” yönteminin en sadık uygulayıcıları arasında Türk korku filmi yönetmenleri başı çekiyor olsa gerek. Yerli korku filmleri furyasının bu hafta vizyona giren en yeni halkası Ezan da, aslında filmin öyküsüyle pek de fazla bir bağlantısı olmayan, bir ayetle açılıyor. Bir barda geçen ilk sahnesindeki hem renk ayarının hem de ses miksajının tutturulamamış olmalarından hemen anlaşılıyor ki Ezan, furyanın en kalitesiz ürünlerinden biri. Nitekim film ilerledikçe kadrajlardan repliklere kadar her şey amatör bir öğrenci filmi havasını, hatta iyi bir iş çıkarmayı değil de projesini sırf tamamlamış olarak asgari geçer not almakla yetinmeyi kafasına koymuş bir öğrencinin elinden çıkmış bir çalışma havasını pekiştiriyor. Yakın dönem yerli korku filmleri içinde daha önce de Z-tipi sayılabilecek, hatta yapım kalitesi Ezan’dan bile daha düşük filmler izlemiştik ama Ezan’ı ayırdedici kılan, Z-tipi korku filmlerimiz içindeki ideolojik açıdan en gerici film olması.
Filmin başkarakteri olan Ali, son derece asabi ve huysuz, uyumsuz bir gençtir. Bir gece sarhoş halde araba kullanırken yoldan geçen çiçekçi bir kıza çarpar ve arabasından inip küçük kızın kanlar içinde yattığını görünce arabasına tekrar binip kaza yerinden son sürat kaçar. Ancak olay yerinde farkında olmadan yüzüğünü düşürmüştür ve kızın çingene yakınları bu yüzüğü bularak kara büyü yaparlar. Film ilerledikçe Ali’nin yalnızca sorumsuz ve antipatik değil ayrıca “inançsız” da olduğunu öğreniriz, örneğin cinli bir korku filmi izleyen arkadaşlarını “bırakın bu saçmasapan şeyleri izlemeyi” diye tersler. Vefat eden annesinin köyünü ziyaret ettiğinde köydeki meczup her karşısına çıkışında Ali’nin “dinsiz” olduğunu yüzüne haykırır. Nişanlısı Merve de Ali’nin başına gelenlerin “inançsızlığından” kaynaklandığını savunur, onun “namaz kılmayı bile bilmediğini” vurgular.
Bu arada Ali ve Merve arasındaki ilişkinin de esas itibariyle Ali’nin genç kadına “git, yiyecek bir şeyler hazırla”, “git, bir çay koy” diye emirler yağdırmasından ibaret göründüğünü kaydetmek gerek. Fakat Ezan’ın gericiliği yalnızca son derece olumsuz bir “inançsız” insan portresi çizmesinden, araya da erkek egemen kalıplara uygun bir kadın-erkek ilişkisi sıkıştırmasından ibaret değil. Filmin sonuç bölümünde Ali’nin yaşadıklarının önemli bir bölümünün bir kabustan ibaret olduğu şeklindeki en pespaye anlatı bağlama yöntemine başvuruluyor ve Ali gördüğü kabustan ders çıkararak netamet getirip sabah ezanıyla birlikte camiiye namaza koşuyor, akabinde annesinin kabrini ziyaret ediyor, vs. Uzun lafın kısası Ezan, başı dertten kurtulmayan bir inançsızın ‘hak yoluna’ dönmesiyle birlilkte işlerinin yoluna girmeye başlamasının öyküsü olarak özetlenebilecek bir anlatıya sahip ve bu özelliğiyle İslami hegemonya kurma süreçlerinde duvardaki bir tuğla işlevi görmeye talip. Tabii öte yandan Ezan ve benzeri filmlerin bu yöneliminin, yönetmenlerinin böylesi bir misyonla hareket etme saiklerinden mi, yoksa bu yönelimin günümüzde ‘geçer akçe’ olduğu inancından mı kaynaklandığını kestirmek kolay değil.
Ezan’ın tek ilginç yönü ise, cinsellikten tamamen arındırılmış görünen filmde, belden yukarısı çıplak erkek bedenlerinin teşhirinin nasıl bir bastırılmış cinselliğin ifadesine denk geliyor olabileceğine dair spekülasyon yapmaya görsel malzeme sunması...