Pek çok hafta olduğu gibi bu hafta da ironik biçimde haftanın en dikkate değer filmi aynı zamanda en sınırlı ölçekte vizyona gireni. Tanınmış Filistinli sinemacı Elia Suleiman’ın yeni çalışması Burası Cennet Olmalı (It Must Be Heaven) Başka Sinema zinciri üzerinden dün (cuma) dört şehirde toplam 13 sinemada günde genellikle iki seans üzerinden gösterime girebildi. Ülkemizde ilk kez geçen yıl Filmekimi’nde izleyici karşısına çıkmış olan Burası Cennet Olmalı, Cannes Film Festivali’nde Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI) Ödülü’nü kazanmıştı ve Filistin’in Oscar adayıydı.
Suleiman ülkemizde sinemaseverler arasında özellikle Filistin’de sınırın iki tarafındaki iki sevgilinin buluşma çabalarını mizahi bir anlatımla perdeye getiren Kutsal Direniş (Yadon İlahiye, 2002) adlı filmiyle tanınıyor. Kutsal Direniş’te özellikle baş kadın karakterin kendinden emin ve seksi bir edayla sınırı yürüyüp geçerken sınır kontrol noktasının yerle yeksan olduğu bir hayal/fantezi sahnesiyle, üzerinde Yaser Arafat’ın resminin olduğu bir balonun gökyüzünden uçarak sınırı geçtiği bir diğer sahne filmi izleyenlerin belleklerine kazınmıştır.
Kutsal Direniş’te olduğu gibi Burası Cennet Olmalı’da da Suleiman filmin senaristi ve yönetmeni olmanın yanı sıra başrol oyuncusu. Burası Cennet Olmalı, yeni film projesine fon arayışındaki Filistinli bir yönetmenin Filistin, Paris ve New York’ta geçirdiği birkaç günü konu alıyor.
Kutsal Direniş, esas itibarıyla İsrail işgalini teşhir ederken arada Filistinlilerin (bir hastanedeki hastaların pofur pofur sigara içmeleri gibi) kimi günlük yaşam pratiklerine yönelik taşlamalar da içeriyordu. Burası Cennet Olmalı ise, İsrail işgalini odağına alan bir film değil. Başlangıçta yine Filistinliler’in günlük yaşamına dair taşlamalar içeren sekanslar var. Filme adını veren “Burası cennet olmalı” ifadesi ise yönetmenin Paris’e vardığında bir kafede oturup yoldan geçen şık giyimli kadınları hayranlıkla izlediği sahnedeki hissiyatına gönderme yapıyor gibi. Ancak Suleiman bu noktada aslında izleyiciyi ters köşeye yatırıyor ve filmin geri kalan bölümlerinde önce Paris’teki, daha sonra New York’taki yaşamın aslında “cennet gibi” olmaktan uzak olduğunu bir parkta bir gencin bir yaşlıya gösterdiği duyarsızlık gibi ince dokunuşlarla sergiliyor. Özellikle New York’un herkesin silah taşıdığı bir diyar olarak yansıtıldığı bölüm, taşlama sanatının sinema mecrasındaki çok iyi bir örneği.
Suleiman’ın Batı’ya getirdiği en dişe dokunur eleştirilerin başında ise Batı sinema endüstrisine ilişkin olanı geliyor. Yönetmenin yeni film projesini sunduğu bir yapımevi yetkilisi bu projeyi “yeterince Filistinli değil” diye reddediyor: “Filistin’de geçiyor ama her yerde geçebilirdi, hatta burada bile.” Bu replik, Batı sinemasının Batılı-olmayan ülke sinemalarına bakışının, beklentilerinin çok yerinde bir teşhiri (*). Türkiyeli bir Kürt sinemacının da uluslararası fon arayışlarında benzer zorluklarla zaman zaman karşılaştığını bizzat kendisinden dinlemiştim.
İsrail işgali Burası Cennet Olmalı’nın odağına oturmamakla birlikte Filistin sorunu, filmin anlatısına kara mizahi bir şekilde giriyor: Yönetmen, bir falcıya (Bağımsız, tam egemen bir Filistin devleti kurulacak mı anlamında) “Filistin olacak mı?” diye soruyor ve “Evet; sen ve ben göremeyeceğiz ama evet” karşılığını alıyor…
(*) Peki Burası Cennet Olmalı nasıl fon bulabilmiş diye merak edenlere: filmin yapımcıları arasında bazı Batılı yapımevlerinin yanı sıra Türkiye’den (N.B. Ceylan’ın yapımcısı olarak da tanınan) Zeynep Özbatur Atakan’ın Zeyno Film’i de yer alıyor.