Türkçe’deki kullanımı “Cadılar Bayramı” olarak yerleşmiş olan Halloween, pek çok Batı ülkesinde 31 Ekim gecesi küçük çocukların yüzlerine korkunç maskeler takarak sokaklarda dolaştığı ve evlerin kapılarını çalıp şekerleme istedikleri bayramın adı. 31 Ekim, Hristiyanlığın kutsal günleri içinde ölmüş azizlerin anıldığı Tüm Azizler Günü’nün arife günüdür. 31 Ekim gecesi aynı zamanda Avrupa’daki pagan dinlerinde hasat mevsiminin ve kış aylarının başlangıcının kutlandığı Samhain şenliklerinin başladığı geceydi. Bu iki geleneğin aynı geceye denk düşmesi Halloween’i ortaya çıkarmış gibi görünüyor. Ya da belki de, Tüm Azizler Günü’nün Samhain’e denk düşmesi tesadüf değil de Samhain’in Hristiyanlık tarafından dönüştürülmesi ise kökenindeki pagan damar kendisini Halloween olarak yeniden ifade etmiş diye de düşünülebilir.
Halloween / Cadılar Bayramı’nın günümüzde Hristiyan alemi dışında Türkiye dahil dünyanın pek çok köşesinde tanınır, bilinir olmasında Amerikan korku sinemasının en uzun ömürlü film serilerinden olan Halloween filmlerinin de payı olsa gerek. Amerikalı bağımsız bir yapımcının, konusu Halloween’de geçen hiçbir korku filmi çekilmemiş olduğunu fark edip daha önce birlikte çalıştığı John Carpenter adında umut vadeden genç bir yönetmene böyle bir film sipariş etmesi üzerine kamera arkasında tamamı 30 yaşından genç bir ekiple çekilen Halloween (1978), Hollywood’un majör dağıtımcılarının hiçbiri tarafından beğenilmeyince yapımcısı tarafından kendi olanaklarıyla -yani bağımsız olarak- vizyona sokulacak ve o tarihe dek Amerika’da yapılmış ticari açıdan en başarılı bağımsız korku filmi unvanını kazanacaktı. Bu başarının doğal bir sonucu da Halloween’in devam filmlerinin çekilmesi olacaktı.
Tam 23 yıl önce, 1998 yılının ekim ayında Radikal gazetesinin Cumartesi eki için Halloween 7: Korku Bayramı (Halloween H20: 20 Years Later, 1998) vesilesiyle yazdığım yazının başlığı ‘Halloween Dehşeti 20 Yıldır Sürüyor’ idi. Şimdi ise 43 yıldır sürüyor deme zamanı: Çekimleri 2019 yılının son aylarında tamamlanmış olmasına karşın izleyici karşısına çıkışı pandemi dolayısıyla tam bir yıl ertelenerek dünya prömiyeri geçen ay Venedik Film Festivali’nde yapıldıktan sonra dün (cuma) ABD’yle eş zamanlı olarak ülkemizde de vizyona giren Cadılar Bayramı Öldürür (Halloween Kills), bu serinin en yeni, on ikinci halkası. Ancak 1978’den günümüze çekilen on iki Halloween filminin senaryoları, düz çizgisel bir devamlılık arz etmiyor. Cadılar Bayramı Öldürür, Cadılar Bayramı’nın (Halloween, 2018) doğrudan devam filmi; Cadılar Bayramı ise, ilk Halloween (1978) filmindeki olayların 40 yıl sonrasını, aradaki bütün devam filmlerinde konu edilmiş gelişmeleri yok sayarak öyküleyen, yani adeta ilk filmin yegane devam filmiymiş gibi tasarlanmış bir halkaydı.
Ülkemizde ancak 1981’de Yabancı gibi içeriğiyle ilgisiz bir adla vizyona girmiş olan* Halloween (1978), küçük bir çocukken bir Halloween gecesinde ablasını öldürdükten sonra kapatıldığı akıl hastanesinden 15 yıl sonra kaçıp çocukluğunun geçtiği kasabaya gizlice dönen Michael Myers adlı bir psikopatın yine bir Halloween gecesi kasabanın gençlerine dehşet saçmasını öykülüyordu. Açılıştaki “15 yıl önceki” ilk cinayet sahnesinin, kimliği belirsiz saldırganın bakış açısından perdeye getirilmesi ve ancak cinayet işlendikten sonra bu katilin aslında küçük bir çocuk olduğunun izleyiciye gösterilmesi, kameranın konumlanışının izleyicinin şaşkınlığa ve dehşete düşmesini maksimize etmedeki rolü açısından film derslerinde gösterilmeyi hak eden ustalıkta bir manevradır ve Halloween’in kalburüstü bir çalışma olduğunun en bariz göstergesidir. Pek çok açıdan 1980’lerdeki teen-slasher (gençlerin kesici-delici bir silah kullanan bir katil tarafından kan-revan içinde katledilmelerini konu edinen korku filmleri) furyasının öncülü sayılsa da Halloween aslında kan-revanın perdede hemen hemen hiç doğrudan gösterilmediği, geniş kadrajın köşelerindeki, kenarlarındaki kuytu karanlıklar, gölgeler içinde sanki sürekli tehditkar bir şeylerin gizlendiği, saldırmaya hazır halde pusuda beklediği hissinin yaratılması üzerinden gerilimin istim üzerinde tutulduğu bir korku filmidir.
Halloween’in teen-slasher’ların öncülü sayılmasını sağlayan özellikleri ise aslen anlatısında ve karakterizasyonlarındadır. Bu açıdan da aslında Halloween’in dahi sinemada başka öncülleri kısmen olsa da, aktif cinsel yaşamları olan gençlerin psikopat bir katil tarafından katledilmeleri şablonu ve bu katil ile mücadele eden bir genç kadın figürü Halloween ile net biçimde belirgin hale gelmişti. Cinsel olarak aktif gençlerin katledilmeleri mizansenleri Halloween’in cinsel özgürlük karşıtı, muhafazakar, hatta gerici bir anlatıya sahip olduğu eleştirilerine yol açarken katil ile mücadele eden Laurie adlı genç kadının baş kahraman oluşu ise nüanslı analizlere tabii tutulmuştur. Kadınlı erkekli bir dizi genç, katilin kurbanı olurken, müstakbel kurbanlardan katile karşı koyup onunla mücadeleye girişen tekinin erkek değil de kadın oluşu, korku sinemasında kadına biçilen rolün pasif kurbanlıktan aktif direngenliğe evrimine işaret eder. Öte yandan bu aktif direngen kadın figürünün ise nasıl bir genç kadın olduğu, bakire ya da biraz ‘erkeksi’ olup olmadığı da film analizlerinde bir hayli sorgulanmıştır.
İlk filmdeki olayların 40 yıl sonrasını konu alan Cadılar Bayramı’nın doğrudan devamı Cadılar Bayramı Öldürür’de ise Laurie hastane yatağında yatarken Michael Myers’ın peşine düşme işini önce kasaba halkındaki gönüllüler üstleniyor. Neredeyse klasik Frankenstein (1931) filmindeki meşaleler taşıyan öfkeli köylüleri anımsatan bir güruh olarak resmedilen bu gönüllüler grubu, vahim hatalar yaparken aklı başında fikirler filmdeki kadın karakterlerden geliyor. Halloween’in (1978) bizzat Carpenter bestesi unutulmaz tema müziğini tekrar dinlemenin verdiği haz başta olmak üzere kimi nostaljik özellikleri bir yana, bir korku filmi olarak vasat düzeyde sayılabilecek Cadılar Bayramı Öldürür’deki toplumsal göstergelerde ilginç tartışmalara açık nüveler olsa da Michael Myers’ın aynen ilk filmde o filmdeki bakıcısı Dr. Loomis’in öne sürdüğü gibi kendinden menkul, sebepsiz, bağlamsız bir mutlak kötücüllüğün timsali olarak sunuluşu, Halloween filmlerinin bu açıdan 40 küsur yıl sonra en başa döndüğünü ortaya koyuyor ve Michael’ın öldürülmesi gereğinin ölüm cezasını, hatta yargısız infazları meşrulaştırırcasına elzem olarak vurgulanışı bir hayli göze batıyor.
* Yabancı’nın afişlerindeki “Danıştay kararıyla” ibaresi, Halloween’in (1978) ülkemizde önce sansür kurulu tarafından yasaklanıp sonra Danıştay’a yapılan itiraz sonucu vizyona girebildiğini ima ediyor.