Enformasyonun sosyal medya üzerinden küresel olarak hızlı dolaşım sergilediği günümüzde pek çok sinemasever için festivallerin temel işlevi dünyada ses getirmiş, ‘hakkında çokça konuşulmakta olan’ filmleri izleyip onlar hakkında sosyal medyada biran evvel 140 karakterlik de olsa görüş bildirebilecek, hatta bundan daha bile basiti kimi online film puanlama sitelerine puan girebilecek konuma gelme olanağı sağlamak haline gelmiş durumda. Bu atmosferde de ‘keşif arayışı’ yitiyor, nispeten pek fazla kimsenin dikkat çekmemiş olduğu, hakkında küresel olarak nispeten ‘pek fazla konuşulmamış’ filmler içinde dikkate değer, ilginç çalışmalar keşfedebilir miyim diye pek kimse merak etmiyor, varsa yoksa ‘hakkında çokça konuşulmakta olan’ filmler hakkında biran evvel ben de konuşabileyim saiki içinde yalnızca öylesi filmlere yöneliniyor. Kuşkusuz ilgi görmüş olana ilgi duymak her zaman varolagelmiş ve çok doğal bir yönelim ama günümüzde yukarıda saydığım enformasyonun hızlı dolaşımı ve online söz söyleyebilme olanağı, bu yönelimi adeta hezeyan haline getirip keşif duygusunun neredeyse tamamen dışlanmasına yol açmış durumda.
Oysa örneğin Istanbul ayağında ikinci ve son hafta sonuna girilen Filmekimi’nde sıradışı, ayrıksı bir filmi usulca keşfetme arayışı içindekileri bu açıdan tatmin edebilecek bir film var: Fransız yapımı Paris Yanıyor (Nocturama). Geçen yıl ünlü Fransız modacı hakkındaki Saint Laurent adlı filmi beyazperdelerimize gelmiş olan Bertrand Bonello’nun yazıp yönettiği Paris Yanıyor’u ilk elde şaşırtıcı kılan husus, günümüzün konjonktüründe böylesi bir filmin çekilebileceğinin beklenmemesi. Paris’te bir dizi bombalama eylemi gerçekleştiren bir grup gencin etrafında dönen Paris Yanıyor, alışıldık terörist portreleri perdeye getirmiyor, bu gençlerin eylemini de normatif olarak yargılar biçimde sunmaktan adeta imtina ediyor. Yurtdışında İngilizce sinema yayınlarında film hakkında çıkmış bir avuç eleştiriden bazıları, Paris Yanıyor’un Cannes Film Festivali’ne kabul edilmemiş olmasının besbelli ön seçicilerin filmi kabul etmekten çekinmiş olmasıyla açıklanabileceğini vurguluyorlar. Çünkü Paris Yanıyor bir “başyapıt” olarak kabul edilmeyebilir (ki, kriterlerinizdeki önceliklerinize göre, edilebilir de) ama yapım kalitesi olarak kalburüstü olduğunu yadsımak olanaksız. Özellikle diyalogsuz ve de uzunca sayılabilecek açılış sekansı bir kurgu şahaseri. Başrollerdeki genç oyuncu kadrosunun yarısının deneyimsiz, amatör oyuncular olduğunu sonradan öğrenmek ise ayrıca şaşırtıcıydı. Aynı zamanda müzisyen olan Bonello’nun gerek bu film için yaptığı kendi özgün bestelerinden, gerekse tanınmış parçalardan derlediği müzik kuşağı da sinemanın görsel-işitsel bir mecra olduğunun hakkının verilmesini sağlıyor. Ancak Paris Yanıyor’un teknik olarak en büyük meziyeti mekan kullanımlarında; açılış sekansında Paris metrosu, filmin ana gövdesinde mesai saatleri dışındaki bir alışveriş merkezi ve bir sahnede gece ıssız kent meydanı, filmin tasarlanmış görsel dokusunun içsel temel yapısı halini alıyorlar.
Yakın dönemde İslamcı terör eylemlerine sahne olmuş bir ülkede ulusal kamuoyunun teröre ilişkin “duyarlılığını” hesaba katmayan böylesi bir filmin yapılmış olmasının sırrı ise filmin senaryosunun birkaç yıl önce yazılmış, çekimlerinin ise İslamcı terör dalgasının hemen arifesinde tamamlanmış olmasında gizli olsa gerek. Paris Yanıyor’daki bombalı saldırıların faillerinin günümüzdeki IŞİD, vb’nin militanlarıyla uzaktan yakından en ufak bir benzerliği, ilgisi yok. Yönetmen-senarist Bonello, Fransız toplumunun farklı etnik ve gelir gruplarında gelen bu gençlerin ortak paydasını, motivasyonunu, ideolojik yönelimlerini kasten büyük ölçüde belirsiz bırakıyor ancak hedeflerinin İçişleri Bakanlığı, HSBC Bankası’nın Paris merkezi ve günümüzde Fransız Sağı’nın daha çok sahiplendiği Jeanne de Arc’ın bir heykeli olması üzerinden en azından en genel anlamda “sol”, belki de anarşizan bir grup olabilecekleri izlenimi ediniliyor. Bonello, bu gençleri ne yüceltiyor, ne kahramanlaştırıyor, ne de mutlak biçimde kötücülleştiriyor. Bombalar patlatıldıktan sonra gençlerin gece boyunca saklandıkları devasa bir alışveriş merkezindeki bilumum lüks tüketim ürünleri içinde kısa süreliğine sefa sürmekten kendilerini alıkoymamalarında bir çelişki ve bilinçsizlik görmek de mümkün, büyük bir naiflik, saflık, çocuksuluk görmek de. O mekanda o gece –polisin baskınına dek- yaşananları, kapitalizmin ürünlerinin baştan çıkarıcılığına tanıklık etmek olarak da görebilirsiniz, yalnızca varlıklıların ayrıcalığına arz edilmek üzere üretilmiş ama aslında her insan evladının hakkı olan ürün ve hizmetlerin anın verdiği fırsat içinde özgürce temellük edilebilmesinin katarsisi olarak da. Gençlerden birinin gece vakti sokaktaki evsiz bir çifti alışveriş merkezine alıp onları da içerideki bu serbestliğe ortak etmesi izleyicinin sempatisini kazanmaya aday bir tutum olarak perdeye gelirken, gruptaki bir diğer gencin alışveriş merkezindeki gece mesaisi güvenlik görevlilerini esir almak yerine topluca öldürmüş olduğunun ortaya çıkması ise olası romantik temsillerin altını oyuyor.
Filmde herhangi bir karakterin gençlerin eylemine dair söylediği tek söz, yaptığı tek yorum filmin ortalarına doğru gece vakti ıssız sokaklardan geçen bisikletli genç bir kadının kısa konuşmasında mevcut ve filmin tavrı da sanki bu sözlerde ifadesini buluyor. Sözkonusu genç kadın, ne olup bittiğini tam bilemediğini söylüyor ama ekliyor: her ne olduysa “olması kaçınılmazdı, olacağını biliyorduk.” Günümüz Batı toplumunda mevcut statükonun herkesin hissettiği ama saptayamadığı, ifade edemediği, adını koyamadığı bir dizi derin, içsel gerilimden dolayı artık hiçbir sorun yokmuş gibi huzur içinde sürmesinin mümkün olmadığına dair paylaşılan sezginin sinemasal ifadesi Paris Yanıyor.
Bonello, bu hissedilen ama ifade edilemeyen gerilim tam da hissedildiği, yani varolduğu, ama ifade edilemediği (kolektif bilince çıkmadığı) için gençlerin motivasyonunu, izleyici tarafından boşluklar doldurulmak üzere, belirsiz bırakıyor ve yalnızca bu gençleri perdeye sürüp statükonun huzur içinde sürmesinin sona erdirilmesine dönük bir edimi konu alarak statükonun huzur içinde sürmesini olanaksızlaştırmış olan gerilimin varlığını dolaylı yoldan duyumsatıyor.
Paris Yanıyor, temel karakterleri olan gençleri idealize etmekten de, mutlak biçimde kötücülleştirmekten de imtina ederken devletin baskı aygıtını ise finalde tüm şoke edici dehşetengizliği içinde sergileyerek, tüm önceki belirsizlikleri bir anda mahir biçimde ikinci plana düşürüyor.