Bu köşede birkaç ay önceki bir yazımda yılın ilk altı aylık devresinde yerli filmlerin izleyici sayısında geçmiş yılların aynı devrelerine oranla çok büyük bir gerileme yaşandığına, hatta bu açıdan son on yılın en düşük rakamının gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekmiş ve bu durumun muhtemel sebeplerinden biri olarak, gişe beklentisi yüksek filmlerden bazılarının vizyon tarihlerinin, yeni sinema yasasının promosyon gelirlerine dair maddelerinin yürürlüğe girmiş olacağı yılın ikinci yarısına ertelenmiş olmasını göstermiştim (*).
Böylesi filmlerden ilki, Cem Yılmaz’ın yazıp yönettiği ve başrolde oynadığı Karakomik Filmler geçen hafta vizyona girdi ancak ilk hafta sonu 810 salonda 276,000 kişi tarafından izlenerek izleyiciden beklendiği ölçüde ilgi görmekten çok uzak kaldı. Bu, Hokkabaz’dan (2006) bu yana bir Cem Yılmaz filmi için en düşük açılış rakamı.
Karakomik Filmler, birer saatlik orta metraj iki filmden oluşuyor. ‘2 Arada’ başlıklı ve işletme sahibinin değişmesinin ardından işten çıkarılma korkusu yaşayan bir vapur çaycısını konu alan ilk bölüm, Cem Yılmaz sineması içinde özgün bir deneme. Yılmaz, selektif işten çıkarılmaların arifesindeki küçük-orta ölçekli, işyerlerinde örgütsüz çalışanların ruh halini ve muhtemel kimi davranışlarını kara mizah üzerinden sahici biçimde yansıtmayı başarmış. Bu bölümde anlatı, dar gelirli emekçi karakterin iş arkadaşlarına karşı kötücülleşmesi olasılığını “koşullar insanı, gayri-insaniliğe teşvik etse de insan aslında özünde iyidir” minvalinde bertaraf ederken aynı zamanda işveren temsilcisini de “meğer zaten o da iyi yürekliymiş” biçiminde sunarak ana akım Yeşilçam-vari biçimde bağlanıyor; anlatının kendi içinde kabus dokulu düzlemin yerini alarak gerçeklik düzlemi olarak sunulan bu düzlem, aslında -toplumsal gerçekliğin ışığında- bir fantezi inşası olarak değerlendirilmeli. Karakomik Filmler’in ‘Kaçamak’ başlıklı ikinci bölümü ise, bir televizyon skeci kıvamındaki yavan bir bilim-kurgu denemesi.
Karakomik Filmler’in henüz daha ilk hafta sonunda izleyicilerden rağbet görmemiş olmasını ise beğenilmemesi ile açıklamak zorlama olur; bir filmin beğenilmemiş olduğu yargısına ancak ikinci hafta seyirci sayısındaki azalma oranının yüksek olması üzerinden varılabilir. Karakomik Filmler vakasında ise, geniş izleyici kitlelerinin bu filme ilgi göstermemiş olması söz konusu. Yaygın gösterime girebilen bir filmin en baştan ilgi görmemesi ise, ya tanıtımının yetersiz kalması veya olumsuz bir beklenti yaratması ya da sinema-dışı özgün faktörlerin sonucu olabilir.
Karakomik Filmler’in kötü bir açılış yapmasının, aktrollerin sosyal medyada cemyilmazınfilminegitmiyorum tegiyle açtıkları boykot kampanyasının sonucu olmadığını düşünmek için elde çok veri var. Suriye’deki son askeri operasyona destek açıklamaları yapmadıkları gerekçesiyle yandaş medyada kimi tetikçi kalemler tarafından hedef gösterilen sanatçıların başında Cem Yılmaz geliyor olsa da, spesifik olarak bu filmin boykotuna ilişkin söz konusu teg, filmin vizyonundan iki gün öncesinden vizyondaki ilk hafta sonu boyunca toplam olarak yalnızca oniki kullanıcının tweetinde yer alırken aniden geçen Salı günü, yani filmin ilk hafta sonu izleyici rakamı açıklandıktan sonra!, sayısız tweette yer alarak “trend” olabilmişti. Kaldı ki, doğrudan AKP-RTE propagandası nitelikli veya iktidarın muhtelif söylemlerini yansıtmayı misyon edinmiş filmlerin genellikle gişede hüsrana uğramış olması, iktidar seçmeni halk kesimlerinin zaten sinemaya gitme alışkanlığına sahip olmadığının, sinemaseverler içinde bu kesimin payının küçük olduğunun göstergesi olarak görülebilir.
Öte yandan Cem Yılmaz’ın sinema sektörünün neredeyse tamamı tarafından protesto edilen geçen yılki Antalya Film Festivali’ne katılmasından yeni sinema yasası tartışmalarında sansür konusunda duyarlılık göstermemesine dek son dönemdeki kimi tavırları dolayısıyla muhalif duyarlılıkları olan sinemaseverler nezdinde itibar erozyonuna uğradığı da bir başka gerçek. Ayrıca sinema izleyicilerinin benimsemiş olduğu kimi promosyon uygulamalarının artık tırpanlanmış olmasından, promosyon karşıtlığında bayraktarlık yapmış olan Cem Yılmaz sorumlu tutuluyor olabilir bazı sinemaseverler tarafından. Elimizde bu cenahtan muhtemel tepkileri ölçecek pek veri olmasa da, bütün bunların da Karakomik Filmler’in ilgi görmemesinde büyük ölçüde belirleyici olduğunu sanmıyorum.
7.KOĞUŞTAKİ MUCİZE
Gişedeki nispeten sürpriz ve Karakomik Filmler’in performansını da etkileyen bir gelişme ise, önceki hafta (yani Karakomik Filmler’den bir hafta önce) vizyona giren 7. Koğuştaki Mucize adlı melodramın izleyicilerden büyük bir ilgi ve rakamlardan da anlaşıldığı kadarıyla beğeni görmüş olması. 7. Koğuştaki Mucize her iki hafta da (yani Karakomik Filmler’in vizyona girdiği hafta dahil) birer milyondan fazla seyirci çekti ve toplamda şimdiden iki milyonu aşarak yılın “gişe şampiyonluğu” için güçlü bir aday olarak kendini gösterdi (bu arada 7. Koğuştaki Mucize’nin nispeten yaygın ölçekte gösterime çıkarıldığı Almanya’da da, geçen haftanın gişe sıralamasında 8’nci sırada yer aldığını kaydedeyim!).
Aynı adlı G. Kore yapımı bir filmin yerli uyarlaması olan 7. Koğuştaki Mucize, haksız yere ölüm cezasına çarptırılan zihinsel engelli genç bir adamın öyküsünü konu alıyor. Kore menşeili öykü Türkiye’ye uyarlanırken dönem olarak 12 Eylül yılları seçilmiş. Bir sıkıyönetim komutanının küçük kızı kazara bir kayalıktan denize düşerek boğulup ölür ve aslında onu kurtarmaya çalışmış olan Memo adlı zihinsel engelli genç olayın sorumlusu olduğu zannıyla gözaltına alınır. Gözaltında hunhar biçimde dövüldükten sonra kendisine zorla “itirafname” imzalattırılan Memo’ya besbelli sıkıyönetim komutanının forsuyla sahte bir “akli dengesi yerinde” raporu çıkartılır ve çaresiz genç bir çırpıda idama mahkum edilir. Filmin ana gövdesi ise Memo’nun –herhalde temyiz sürecine denk düşen bir dönemde- hapishanede geçirdiği günleri perdeye getiriyor. Hapishaneye getirildiği ilk gün onu “çocuk katili” olduğu gerekçesiyle döven diğer mahkumlar zamanla Memo’nun iyi kalpli bir biçare olduğunu anlıyorlar ve hatta özlemini çektiği ama görüşmesi yine sıkıyönetim komutanının forsuyla yasaklanmış olan küçük kızı Ova’yla gizlice görüşebilmesini sağlamak için kolları sıvıyorlar...
7. Koğuştaki Mucize, her açıdan “mendil ıslatmaya” yönelik bir anlatıma sahip, kimi noktalarda kör gözüm parmağına mizansenler de içeriyor. Filmin sinema dili açısından popüler melodram konvansiyonlarının dışına çıkarak dramatik sahicilik kazandığı istisnai anların başında ise, koğuş arkadaşlarının Memo’ya iyice ısındıkları ve onu artık kabullendikleri masa başı sazlı sözlü, rakılı çilingir sofrası sahnesini anabilirim; bu sahnede gerçekten de buram buram insani duygular geçiyor perdeden izleyiciye.
7. Koğuştaki Mucize’nin, ölüm cezası karşıtı yönelimi bir yana, sıra dışı ve dikkate değer bir özelliği ise ana akım bu filmin “kötü adamının” net biçimde sıkıyönetim komutanı olarak belirlenmiş olması. Öyle ki bu komutan, suçlu olsa bile cezai ehliyeti olmayan engelli bir bireyi intikamcı saikle idam ettirmekte kararlı olmak bir yana, Memo’nun suçsuz olduğunu öğrendiğinde dahi bu durumu örtbas etmekte ve onun idamında ısrarda tereddüt etmiyor. Öte yandan Memo’nun haksız yere ölüm cezasına çarptırılmış olması filmin ölüm cezası karşıtlığını aslında çok sağlam olmayan, yani ilkesel olmayan bir zemine oturtsa da, geçirdiği duygunun, bu “cezanın” (!) artık günümüzde kalkmış olmasından memnuniyet olduğuna da kuşku yok.
(*) https://ilerihaber.org/yazar/yerli-sinemada-son-on-yilin-en-dusuk-ilk-alti-ay-seyirci-sayisi-99893.html