Arjantin doğumlu ve Fransa’da yaşayan, 21’inci yüzyıl Fransız sinemasının tanınmış yönetmenleri arasında yer alan Gaspar Noé’nin ülkemizde bugün vizyona giren yeni filmi Climax, bu yılın en etkileyici, en çarpıcı filmlerinden biri. Ancak Climax’ın değeri yalnızca görsel-işitsel yapısının, atmosferinin inşasındaki ustalıktan kaynaklı değil, perdelerimizde Fransa’ya ve/veya Fransa özelinde çağdaş Batı toplumsal dokusuna dair örtük ama dişe dokunur bir toplumsal-eleştirel alegori var ve filmin dokusu, anlatımı, bu alegorik niteliğiyle işlevsel bir bütün oluşturuyor.
Filmin Fransızca ve İngilizce fragmanları arasındaki farklar, Climax’in farklı takdim ve algılanış biçimlerinin tezahürü gibi. Fransızca ara yazılı fragmanda filmden seçilen görüntüler arasında Fransa bayrağının kadrajı kapladığı kareler de yer alıyor ve fragmanın ara yazıları ile filmin başlığı bu bayrağın üç rengini (mavi, beyaz, kırmızı) taşıyorlar; fragmanın ses kurgusu da esas itibariyle bir eğlence ambiyansından dehşet ambiyansına usulca geçişi, adeta birinin diğerinin içinden çıkışını yansıtacak şekilde yapılmış. İngilizce ara yazılı fragmanda ise Fransa bayrağından da, renklerinden de eser yok; ses kurgusu ise sırasıyla gerilim, eğlence, gerilim şeklinde bir dizgeyi yansıtıyor, yani basitçe, bu filmde gerilim var ama arada eğlence de var yöneliminde.
Climax, siyahlar içindeki bir insan figürünün karlarla kaplı bir alanda sendeleyip karlar içinde yatar vaziyet almasıyla açılıyor, ardından filmin uzun, ayrıntılı jenerik yazılarını, yani konvansiyonel olarak filmlerin kapanışında perdeye gelen jeneriğini izliyor, böylece başlangıçtaki kısa sahnenin, filmin anlatısının en sonuna dair olduğunu seziyoruz.
Filmin anlatısının başlangıcı ise bir grup genç dansçıyla yapılıp videoya alınmış mülakatlardan pasajlarla oluyor. Bu mülakatlarda dansçıların çoğu dansın kendileri için ne kadar önemli olduğun beyan ediyorlar, örneğin biri “dans benim için her şeydir”, hatta bir başkası “dans edemeyecek olsam intihar ederdim” diyor. Bilahare kapalı bir mekanda ve arkada devasa boyutlarda bir Fransa bayrağı önünde bu gençlerle yapılan toplu bir provayı izliyoruz ki hiç abartmadan söyleyeyim şimdiye dek sinemada izlediğim en göz alıcı dans sahnesini çekmiş Noé.
Provanın bitiminin ardından aynı mekanda bir parti başlıyor. Önce dansçıların içkilerinden ilk yudumlarını alırken ikili, üçlü gruplar halinde kendi aralarında sohbetlerine tanık oluyoruz ki kanımca filmin anahtar bölümü burası. Bu sohbetler esnasında az önce hep beraber görkemli bir gösteri sunmuş olan bireylerin ayrı ayrı kişiliklerine ilişkin ipuçları sunuluyor. ‘Geyik muhabbetlerindeki’ komik (!) ama aslında kadınları salt cinsel tatmin nesnesine indirgeyen kaba cinsiyetçi bakış açılarından, bilumum sohbetlerde dedikoduculuğa, hasede, şişmiş egolara,narsisizme dair pek çok emare karşımıza çıkıyor.
Bilahare bu kez herkesin tek, tek yeteneklerini spontane figürlerle sergilediği bir diğer dans performansının ardından parti ilerledikçe bazılarının davranışlarının tuhaflaşmaya başlamasından içkilere saykedelik bir ilaç, muhtemelen LSD katılmış olduğu anlaşılıyor ve giderek herkes kontrolünü kaybediyor…
Bu tatsız şakanın sorumlusu olarak önce dansçılar arasındaki içki içmeyen Arap bir gencin sorumlu olduğunun hemen varsayılıp onun tekme tokat kapı dışarı edilmesinden Climax’in yalnızca Noé’nin güzel dans sahneleri sunma, dehşet atmosferi oluşturma yolunda teknik becerilerini, yeteneğini sergileme meramına indirgenemeyeceği belli aslında. Ancak Climax’in yazının en başında belirttiğim alegorik, toplumsal-eleştirel yönelimi bu örnekte olduğu gibi, bazı Amerikan korku filmlerinde veya hatta artık çocuklara yönelik Amerikan ana-akım çizgi filmlerinde bile sıkça gördüğümüz “bize benzemeyenin ötekileştirilmesinin” teşhir edilmesi minvalinden de ibaret değil.
Filmdeki dansçılar grubu bir hayli heterojen bir grup; -adeta Batı’nın “ideal” halinin mikro kozmosu olarak (ve tıpkı Benetton reklamlarındaki gibi!)- her iki cinsiyetten, farklı cinsel yönelimlerden, çeşitli etnik kökenlerden gençler var ve hep beraber ‘çok iyi bir iş başarıyorlar’, çok güzel bir gösteri yapıyorlar, çok iyi bir performans sergiliyorlar. Ancak işin püf noktası şu ki, bu hep beraber yaptıkları iş, aslında prova edilmiş bir iş. “Performans”, “gösteri” sözcüklerinin geniş anlamı burada tam cuk oturuyor. Filmin başlarındaki hayranlık uyandırıcı dans sahnesinde hem her bir dansçının figürlerini izliyoruz ama bunlar bir arada, topluca da bir bütün oluştuyorlar, yek vücut oluyorlar, yalnızca dansçıları değil onların oluşturduğu dansçılar grubunu da izlmeiş oluyoruz, izliyoruz. İşte sergilenen, performe edilen şey bu yekvücut olma hali, bu “bireysel yeteneklerin, farklılıkların bir araya gelerek çok güzel, hayranlık uyandırıcı bir iş ortaya koymaları”. Bitince kendi kendilerini alkışlıyorlar, biz de içimizden de olsa onları alkışlıyoruz.
Ama, tekrar edelim, bu bir ‘performans’, bir ‘gösteri’. Zevahirin ardında yatan saklı gerçek ise ikinci yarıda görünür oluyor. İçkilere ilaç katılmış olması, filmin ortalarına doğru izlediğimiz sohbet sekanslarında ipuçlarını gördüğümüz kişiliklerin uçlaşarak dışavurumunu tetikliyor. İçinde siyahilerin de, eşcinsellerin de yer aldığı, aman ne de çok renkli, hep beraber güzel işler ortaya çıkaran kolektif çöküyor, dağılıyor, un ufak oluyor, bireyler kendilerine döndüğünde bazıları birbirlerini yiyor, bazıları diğerlerinin birbirlerini yemesini umursamadan takılmaya devam ediyor...