Cüneyt...

Geçen cumartesi bir trafik kazasında yitirdiğimiz BirGün gazetesi film eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan, son yıllarda basın gösterimleri ve festivaller dolayısıyla birlikte sıkça zaman geçirdiğim, ayrıca bir dönem SİYAD Yönetim Kurulu’nda birlikte görev yaptığım, dolayısıyla belirli ölçüde yakından tanıma olanağı bulduğum bir meslektaşımdı.

Cüneyt, ölümünün ardından, yakın ailesinden kayıpların damgasını vurduğu trajik yaşamı ile anıldı medyada daha çok, ayrıca ablasının (ve SİYAD kurucularından Onat Kutlar’ın) katledildiği bombalı saldırının sorumlusu PKK’ya dönük tavrı ve bu tavrı etrafındaki sert tartışmalar da özellikle sosyal medyada tekrar gündeme geldi. 

Bunlar kuşkusuz önemli başlıklar olmakla birlikte ve bu konuya bir başka açıdan bu yazımda ben de kişisel bir tanıklığım üzerinden değinecek olsam da Cüneyt’i salt bu bağlamlarda anmak yanlış olacaktır. Cüneyt’in aramızdan ayrılmış olması, Türkiye’de film eleştirisi camiası için önemli bir kayıptır çünkü Cüneyt, film eleştirisine siyasal, ideolojik bakış açısını yedirmeye önem ve özen gösteren eleştirmenlerdendi. Filmleri yalnızca “sanatsal” açıdan veya eğlendirici özelliği açısından değerlendirmekle yetinmeyip, hangi siyasal, ideolojik tavırları yansıttığı açısından da değerlendirmeye öncelik vermeyi misyon edinen eleştirmenler olarak sayımız bir azalmış oldu Cüneyt’in aramızdan ayrılmasıyla. 

Açıkça söyleyeyim, bundan kastım yalnızca popüler filmlerin siyasal/ideolojik alt metinlerini deşifre etme yönelimi değil, özellikle üniversitelerin sinema bölümlerinde film analizi dersi almış olanlar başta olmak üzere genç eleştirmenler arasında bu açıdan vahim bir noksanlık yok, tersine eğrisiyle doğrusuyla yeni kuşaklar bu açıdan genelde hevesli, hatta belki eski kuşaklara oranla biraz daha donanımlı oldukları bile söylenebilir. Öte yandan Türkiye’de film eleştirisi camiasındaki kanımca vahim durum, sinema dili açısından “yenilikçi”, “yaratıcı”, “oyunbaz”, vb. auteurler haddinden fazla fetişize edilirken geleneksel anlatımların “demode” görülmesi (uzatıyorum ama bir film eleştirmeninin kendisini moda eleştirmeninden zihinsel olarak net biçime ayrıştırması gereğinin hiç ayırdında değil kimileri). Uç bir örnek verecek ve böylece konuyu tekrar Cüneyt’e getirecek olursam, M.C. Anday’ın bir oyununun uyarlaması olan İçerdekiler’in basın gösteriminde Cüneyt’i gördüğümde düpedüz sevinmiştim, bariz biçimde “teatral” bu filme salt bu niteliğinden dolayı burun kıvırmayacak ve tabii ki filmin yetersizliklerini yadsımadan ve onları da kaydederek ama son tahlilde bu filmin içsel değerini yüreğinde hissedip filmi son tahlilde bu mercekten dikkate, seyre değer bulacak az sayıda meslektaşımdan birinin daha bu film hakkında yazacak olmasından dolayı.

Bu bahsi böylece kaydettikten sonra PKK konusuna gelecek olursam, dolaylı olarak bu bağlamdaki bir tanıklığımı paylaşmayı istiyorum. Dört yıl kadar önce, PKK’nin yurtiçindeki kamplarında çekilmiş Bakur adlı belgeselin İstanbul Film Festivali programındaki gösterimi düpedüz son dakikada keyfi biçimde engellendiğinde dönemin SİYAD Yönetim Kurulu olarak acilen bir araya gelmiş ve bu engellemeyi sansür olarak değerlendirme konusunda amasız, fakatsız, ikirciksiz, tereddütsüz biçimde hemen oydaşmıştık Cüneyt dahil (*). Bu gelişmeden birkaç gün sonra yapılan sansür karşıtı yürüyüşte de SİYAD pankartını Cüneyt’le yan yana taşıyorduk… 

(*) Nitekim şahsen Cüneyt de zaten bilahare BirGün’deki köşe yazısında Bakur’un gösteriminin engellenmesini sansür olarak niteleyip eleştirecekti. Buna dair ironik bir not ise şu: o yılların İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan (kendisi Bakur vakasında sansüre karşı tavır koyanların yanında yer almıştı); Cüneyt’in kaybının ardından taziye mesajı yayınladığında yandaş bir gazetenin bir müdürü, Tan’ı zamanında Bakur hakkında “’sansür vaar’ diye ortalığı ayağa” kaldırmış iken PKK’nin kardeş açısı yaşatmış olduğu Cüneyt için şimdi “timsah gözyaşı” dökmekle suçladığında Tan karşılık olarak, Cüneyt’in Bakur’un sansüre uğraması hakkında o dönem yazdığı yazıyı kibarca paylaştı! Evet, terör kurbanı bir kardeşin acısını çeken bir bireyin aynı zamanda sansüre karşı olabileceğini, bazılarının havsalası almayabilir. Cüneyt’in kaybı, işte bir de bunu tekrar duyumsattı, anımsattı.