David Cronenberg'in yeni filmi Müstakbel Suçlar

Cronenberg, ilk filmlerinden itibaren ama özellikle “new flesh” (yeni et) diye adını da koyduğu Videodrome’dan (1983) beri çok sayıda filminde insanın, genellikle teknolojiyle olan ilişkisi üzerinden, toplumsal ve bedensel varoluşunun geçirmekte olduğu ya da geçireceği öngörülen/varsayılan dönüşümün sonuçları, bu dönüşümle ulaşılacak muhayyel yeni aşama üzerine tefekkür etmişti ve yukarıdaki konu özetinden görüleceği üzere Müstakbel Suçlar’da bu sulara net biçimde geri dönmüş.

20. yüzyılın son çeyreğinin en sıra dışı, en özgün sinemacılarından David Cronenberg’in yeni filmi Müstakbel Suçlar (Crimes of the Future, 2022), geçen hafta Başka Sinema dağıtımı üzerinden sınırlı sayıda sinema gösterimleri gerçekleştirilmeye başlandıktan sonra dün (Cuma) çevrimiçi platform MUBI’de izlenmeye açıldı. Konusu, insanların fiziksel acı eşiğinin yok denecek kadar düşmüş olduğu, bazı bireylerde yeni iç organların oluşmaya başladığı, hatta bazılarının metabolizmalarında daha da köklü dönüşümlerin gerçekleşmekte olduğu bir gelecekte geçen Müstakbel Suçlar, 79 yaşındaki Cronenberg’in yalnızca sekiz yıllık bir aradan sonra (*) çektiği ilk uzun metraj film olma özelliğini taşımakla kalmıyor, yönetmenin kariyerinin ana evresinde (1969-1999) alameti farikası olan insan-teknoloji ilişkisine ve/veya bedensel dönüşüme dair temalar içeren filmlere dönüşüne de denk geliyor.

Crimes of the Future aynı zamanda Cronenberg’in ilk filmlerinden birinin de adı ancak yeni film, 1970 tarihli filmin yeniden çevrimi değil. Cronenberg, gençlik yıllarında yazıp yönettiği ilk Crimes of the Future’da kozmetik sektöründeki deneysel bir ürünün öngörülmeyen bir yan etkisi yüzünden dünyadaki kadın nüfusunun ortadan kalktığı bir ortamda erkek bireylerin yeni varoluş biçimleri, yeni deneyimler arayışlarını öykülemişti.

Yunanistan’da çekilen ve dünya prömiyerini geçen Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde yapan Müstakbel Suçlar ise bir kadının, plastik bir çöp sepetini (sepetin içindeki çöpleri değil, sepetin kendisini) kemirerek yiyen oğlunu boğarak öldürmesiyle açılıyor. Bu açılıştan sonra filmin ana karakterleri olan iki “performans sanatçısı”, vücudunda peyderpey yeni iç organlar peydah olan Saul ile onun bu yeni iç organlarını, dönüştürülmüş bir otopsi aygıtıyla acısız biçimde, hatta her ikisine de haz vererek çıkaran, “dövmeleyen” Caprice karşımıza geliyor. Bu arada devlet iktidarının, yeni iç organların kalıtımsal olarak kuşaktan kuşağa aktarılabilme ve dolayısıyla insan türünün kalıcı olarak evrimleşme olasılığından endişe duyarak yeni organları kayıt ve tescil altına alma çabasında olduğunu öğreniyoruz.

Derken bir gün, filmin açılışında öldürülmesine tanık olduğumuz çocuğun babası, oğlunun cesedini saklamakta olduğunu beyan ederek Saul ve Caprice’ten bu cesedi de performanslarına malzeme etmelerini, performanslarının izleyici kitlesi önünde bu çocuğun da bedeninin içini açarak sergilemelerini öneriyor. Müteveffa çocuğun babasının amacı, Saul’un bedeninde peydah olan yeni iç organların fuzuli niteliğinden farklı olarak oğlunun baştan aşağı yepyeni bir sindirim sistemine sahip olduğu gerçeğinin dünyaya teşhir edilmesini sağlamaktır.

Cronenberg, ilk filmlerinden itibaren ama özellikle “new flesh” (yeni et) diye adını da koyduğu Videodrome’dan (1983) beri çok sayıda filminde insanın, genellikle teknolojiyle olan ilişkisi üzerinden, toplumsal ve bedensel varoluşunun geçirmekte olduğu ya da geçireceği öngörülen/varsayılan dönüşümün sonuçları, bu dönüşümle ulaşılacak muhayyel yeni aşama üzerine tefekkür etmişti ve yukarıdaki konu özetinden görüleceği üzere Müstakbel Suçlar’da bu sulara net biçimde geri dönmüş. Bir zamanların çok tartışılan medya kuramcılarından Marshall McLuhan’ın söylemlerinin yansımasını fantastik bir minvalde içeren Videodrome’da bu dönüşüm video kaset teknolojisiyle takviye edilmiş televizyon mecrası, yani o dönemin ileri iletişim teknolojileri, bir J.G. Ballard uyarlaması olan Crash’te (1996) otomobiller, Jean Baudrillard’ın simülasyon ve hipergerçeklik kavramlarının etkisini taşıdığı hissedilen eXistenZ’de (1999) sanal gerçeklik oyunları dolayımıyla gündeme geliyordu. Müstakbel Suçlar’da ise spesifik bir teknolojik ajana işaret edilmiyor, adeta insan bedeninde kendiliğinden gerçekleşmekte olan dönüşümler söz konusu gibi görünüyor. Öte yandan çocuğun plastik yiyip sindirebilecek bir sindirim sistemine sahip olması ve babasının, insan bedeninin teknolojinin gerisinde kalmaması, ona uyum sağlaması gereği minvalindeki görüşleri genel olarak sentetik mamul üretimi olgusunu belli belirsiz de olsa akla getiriyor.

Cronenberg önceki filmlerinde bu muhayyel dönüşüme genellikle muallak biçimde yaklaşırdı; muallaklıktan kastım, söz konusu dönüşümü hem heyecan verici hem de endişe verici yönleriyle yansıtmış olması. Filmlerinin baş kahramanları, izleyicinin özdeşleşmesi beklenen karakterler genellikle bu dönüşümü bağrına basıp basmamakta tereddüt eden ama sonunda benimseyen karakterlerdir. Ancak püf nokta, pek çok filminde son noktada endişe verici yönlerin yadsınmaması, hatta söz konusu dönüşümün boş bir hayal olup olmadığının dahi açık uçlu bırakılmasıydı. Müstakbel Suçlar bu açıdan önceki, benzer Cronenberg filmlerinin önemli bir bölümünden bir ölçüde ayrışıyor. Bu filmde fiziki olarak bedensel dönüşüm muhayyel değil, net biçimde gerçekleşmekte olan bir süreç olarak yansıtılıyor, ayrıca Crash’te ya da Cosmopolis’te (2012) gördüğümüz toplumsal, sosyo-psikolojik boyutlar, yabancılaşma olgusu Müstakbel Suçlar’da anlatıda pek yer bulmamış; ancak sentetik mamuller üreten bir toplumsal düzenek, plastiği bile iştahla yiyip kolayca sindiren bireyler doğurur önermesi filmden çıkarılabilir. Tabii, son tahlilde bedenlerimizle barışık olmalıyız hissini geçirdiği söylenebilecek bir filmde bu önerme sentetik mamul üretimiyle de ister istemez, hüzünlü biçimde de olsa barışık olabiliriz önermesini de dolaylı olarak içeriyor diye düşünmek de olanaklı.

Cronenberg’in bende bıraktığı izlenim, düşünen, kafası karışık ama kafa yoran, artıları, eksileri ortaya koyarak tartan, bazen endişe duyan aklı ve heyecan duyan kalbi kendisini ve filmlerini başka yönlere çeken, bu arada hiçbir zaman kendisini oto-sansürlemeyen gerçek bir auteur olduğudur. Müstakbel Suçlar Cronenberg’in en çarpıcı filmi olmaktan uzak ama auteur’lüğünü teyit eden, izlenmeye, üzerine düşünmeye, tartışmaya değer bir çalışma.

(*) Cronenberg’in Yıldız Haritası (Maps to the Stars, 2014) filmi hakkında bu köşedeki yazım için bkz: https://ilerihaber.org/icerik/kaya-ozkaracalar-yazdi-yildiz-haritasi-8436.html