Geçen haftaki yazımın en sonuna bir alt başlık açarak yeni koronavirüs bulaşma vakalarının Türkiye’de de ortaya çıkmasının sinema sektörünü derhal etkilemeye başladığına işaret etmiş ve salgın tehlikesi karşısında sinemalar önümüzdeki süreçte kapatılmasa bile sinemaya gitme pratiğinin keskin biçimde gerileyeceği öngörüsünden hareketle bazı filmlerin vizyon tarihlerinin ertelendiğini kaydetmiştim. O günden bu güne süreç hızla ilerledi ve sinemaların da faaliyetleri, tiyatrolar, konser salonları ve pek çok ‘eğlence mekanlarıyla’ birlikte İçişleri Bakanlığı tarafından durduruldu. Kültürel faaliyet mekanlarının örneğin nargile kafelerle aynı çerçevede anılmasının burukluğu bir yana bu gelişme zaten pek çok kesim tarafından bekleniyordu.
Salgının ve bu konudaki “evde kalın” eksenli önlemlerin ne kadar süreceğinin belirsiz olduğu bir dönemdeyiz. Bu durumun sinema üzerindeki orta/uzun vadede muhtemel etkilerini ele almayı şimdilik daha sonraya bırakalım; zaten, salgının ve önlemlerin süresinin an itibarıyla mutlak belirsizliği bu konuda fikir yürütmenin parametrelerini muğlaklaştırıyor.
Tüm yurttaşlar gibi, sinema ve diğer sesli-hareketli görüntü mecralarında çalışan sanatçıların ve bu mecralarda çalışan diğer emekçilerin sağlık riskleri ise acil bir konu olarak gündemde, daha doğrusu bir avuç emekçi örgütü ve duyarlı sanatçı tarafından gündemde tutulmaya çalışılıyor.
Sinema, televizyon ve reklam sektörlerindeki pek çok meslek örgütü hafta başında yayınladıkları ortak açıklamada, çalışma alanlarında “yoğun insan ve ekipman sirkülasyonu” olduğuna dikkat çekerek hükümete “setlerin durdurulması ve en az iki hafta ertelenmesi” çağrısı yapmışlardı. Bu açıklamanın ardından sinema filmleri çekim çalışmalarının bizzat ilgili yapımcılar tarafından büyük ölçüde durdurulduğu, ertelendiği görüldü. Bu gelişmede sağlık konusundaki duyarlılığın ne kadar, sinema salonlarının belirsiz bir tarihe kadar kapatılmasının ne kadar belirleyici olduğu bir yana, sinema filmleri çekimlerinin durması diğer iki gerçeği daha çıplak biçimde ortaya çıkardı: Sinema sektörü çalışanlarının güvencesiz koşullarda çalışıyor oluşu, çalışmanın durduğu koşullarda hak mahrumiyetlerini ve mağduriyetleri getirmeye gebe. Nitekim Sinema-TV Sendikası, çalışmanın “mücbir” bir sebepten durmuş olması ışığında mağduriyetlerin giderilmesi talebini öne çıkarmış durumda ve bu yönde girişimlere hazırlandığını beyan ediyor.
Öte yandan, dizi ve reklam setlerinde ise çalışmalar, TRT’nin kendi bünyesindeki dizi çekimlerini durdurması önemli bir istisna olmakla birlikte, büyük ölçüde sürüyor. Pek çok televizyon kanalının dizi çekimlerinin sürmekte olduğu, hatta bunlardan birinin “sokağa çıkma yasağı gelmedikçe” çalışmayı sürdüreceklerini çalışanlarına söylediği sektör içi kulislerde konuşuluyor. Sinema-TV Sendikası ile Oyuncular Sendikası’nın, sosyal medyada olanakları ölçüsünde “setleri durdurun” kampanyası yürüttükleri görülüyor; Ezel Akay, Demet Akbağ, Barış Atay, Ece Dizdar, Serdar Orçin, Tilbe Saran, Onur Saylak, Fırat Tanış, Sermet Yeşil gibi tanınmış sanatçılar da bu kampanyaya destek vermiş durumda.
Sürecin bu iki yönü, sinema sektöründe çalışmaların durmasının ardından mağduriyetlerin engellenmesi ve dizi-reklam sektörlerinde ise halen sürmekte olan çalışmaların sona erdirilmesi talepleri, salgın koşullarında yurttaşların yaşamlarının hem sağlık yönünden, hem de ekonomik yönden korunması konusunda atılması gereken adımlar açısından kendi ölçeğinde önemli bir örnek oluşturuyor.