Emin Alper'in yeni ve en iyi filmi Kurak Günler
Genç bir savcının yeni atandığı kasabanın belediye başkanı ve onun yakın çevresiyle karşı karşıya gelmesini öyküleyen Kurak Günler, hem Emin Alper’in kanımca en iyi filmi, hem de yerli sinemada son yıllarda izlediğimiz en politik göndermeli filmlerden biri.
Emin Alper’in dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde yaptıktan sonra Antalya Film Festivali’nde sekiz, Ankara Film Festivali’nde ise En İyi Film Ödülü dahil altı ödül kazanan yeni filmi Kurak Günler dün (Cuma) ülke çapında 35 şehirde yüzden fazla salonda vizyona girdi. Kurak Günler Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu projeye verdiği finansal desteği “yasal faiziyle birlikte” geri istemesiyle de ayrıca gündem olmuştu.
Genç bir savcının yeni atandığı kasabanın belediye başkanı ve onun yakın çevresiyle karşı karşıya gelmesini öyküleyen Kurak Günler, hem Emin Alper’in kanımca en iyi filmi, hem de yerli sinemada son yıllarda izlediğimiz en politik göndermeli filmlerden biri. Olayların başlangıcının belediye seçimi arifesinde geçiyor oluşu ister istemez ülkemizin ulusal çapta güncel konjonktürünün mikro ölçekteki tezahürünü izliyoruz hissiyatı yaratıyor; öte yandan Alper, halkın bir kesiminin muhalefete karşı “onlar kasabamızın gelişmesini istemiyorlar” demagojisiyle şartlandırılmış olduğuna dair neyi çağrıştıracağı su götürmez replikler de filme yedirmiş. Ancak Kurak Günler’in salt ve doğrudan mevcut siyasal iktidarın tahakkümü altında oluşumuzun alegorisi olmadığı da her şey bir yana belediye başkanı ve efradının dindar-muhafazakâr görünümle uzaktan yakından ilgisinin olmaması ışığında açık.
Kasaba dışındaki bir obruk görüntüsüyle açılan Kurak Günler’de olayların geçeceği kasabayı içeriden ilk olarak sokaklarda bir yaban domuzunun sürek avı kurbanı oluşu üzerinden görüyoruz. Havaya ateş eden bir grup erkek ve onların peşi sıra koşturan çoluk çocuklu kalabalık ve nihayet bu güruhun kanlar içindeki domuz ölüsünü bir arabanın arkasına iple bağlı halde sürükleyerek adeta zafer turu atmaları; silah, şiddet, vahşet ve acımasızlığın makbul sayıldığı, hatta yüceltildiği bir ‘sosyal dokunun’ karşımızda olduğunu son derece etkileyici biçimde duyumsatıyor. Öte yandan genç savcı filmin ilerleyen bölümlerinde belediye başkanının oğlunu bir tecavüz vakasının şüphelisi olarak gözaltına aldırdıktan sonra kasabada dolaşırken halktan kendisine yönelik belki tek tük de olsa kimi sıcak sinyaller gelişi ise, sanki her şeyin bir başka türlü olmasının da mümkün olduğunu çok kısa süreliğine imliyor. Ancak kasabada “oyun kurucular” işi öyle sıkı tutmuşlar ki, savcı çok geçmeden kendini bir kıskacın içinde buluyor ve başlangıçtaki sürek avı bu kez başka bir minvalde tekrarlanıyor.
Bu arada en azından kişisel bir duygu olarak şunu paylaşmadan edemeyeceğim: Olayların başlangıcının seçim arifesinde geçiyor oluşunun içinde bulunduğumuz güncel dönemin mikro ölçekteki tezahürünü ister istemez çağrıştırdığını yukarıda not etmiştim. Seçimi mevcut belediye başkanının kazanmasının ardından kasabada yaşanan kâbus gibi gelişmeler de bu bağlamda önümüzdeki dönemde “köprüden önceki son çıkışta” yapılması gerekenler yapılmayıp yine “adam kazandı” durumu olursa bu kez yaşanabileceklere dair gayri-ihtiyari bir kehanet hissi bıraktı bende.
Ana gövdesi itibariyle esasen iç karartan bir anlatı taşıdığı söylenebilecek olan Kurak Günler’in tek kelimeye muhteşem olarak nitelendireceğim (bu arada katı gerçekçi anlatımdan adeta düşsel gerçekçi anlatıma beklenmedik bir dönüşüm de içeren) finali ise, her şeye karşın yine de bir meydan okuma sergilemesi ile “iyi ki bu filmi izlemişim” hissini pekiştiriyor. Kurak Günler’i vizyondayken sinema ortamında izleyebilmek kaçırılmaması gereken bir fırsat.