Bu hafta vizyona giren filmler içinde en ilginci, bir grup erkek striptizcinin öyküsünü aktaran Striptiz Kulübü’nün (Magic Mike, 2012) devamı olan Magic Mike XXL. Başroldeki Channing Tatum’un striptizcilik yapmış olduğu gençlik deneyimlerinden esinlenen Striptiz Kulübü, Amerikan sinemasının dikkate değer isimlerinden Steven Soderbergh tarafından yönetilmişti; Soderberg bu devam filminde ise yönetmenliği ilk flmdeki asistanı Gregory Jacobs’a devretmiş ancak kendisi takma adlar kullanarak da olsa görüntü yönetmenliği ve kurgudaki görevlerini sürdürmüş.
Magic Mike XXL’in son derece basit bir konusu var. Striptizciliği bırakarak kendisine ‘normal’ bir yaşam kurmaya çalışmakta olan Mike, eski meslek arkadaşlarının ricasını kıramayarak büyük bir striptizciler festivalindeki gösteriye eski ekibiyle birlikte katılmayı kabul eder ve yeniden biraraya gelen ekip festivale gitmek üzere yola koyulurlar. Açıkçası Magic Mike XXL’ın basın öngösterimine gidip gitmemekte bir hayli tereddüt etmemekle kalmamış, ayağımı sürüye sürüye gittikten sonra da filmin erkek muhabbetlerinden mürekkep ilk yarısı boyunca sık sık gösterimi yarıda bırakıp çıkmayı da aklımdan geçirmiştim. Ancak anlatının odağı striptizcilerden striptiz pratiğinin kendisine kaydıkça Magic Mike XXL gittikçe ilginçleşti, yalnızca perdeye gelen dans performanslarının seyirliği açısından değil hem sinemada, hem de genel olarak eğlence endüstrisinde seyircilik deneyimi ve seyir hazzı ile toplumsal cinsel kimlikler arasında kurulagelmiş ilişkilere dair düşündürttükleri açısından.
1970’lerde radikal feminist kuramcı ve eylemci Laura Mulvey’in ‘Anlatı Sinemasında Görsel Haz’ başlıklı makalesinden bu yana sinemada, daha doğrusu anaakım sinemada, seyir deneyiminin ‘erkek bakışı’ tarafından belirlendiği, hem anlatıların, hem de bu anlatıların seyredilmesinin erkeğin özne, kadının nesne olarak konumlandığı süreçler olarak şekillendiğine dair devasa bir külliyat oluşmuş durumda. Mulvey, ilk makalesine gelen “peki ya kadın izleyiciler?” sorusuna ise kadın izleyicilerin de seyir sürecinde ‘erkeksi’ bir pozisyona yerleştiklerini savunarak karşılık vermeye çalışmıştı.
Magic Mike XXL, bu ‘erkek bakışı esastır’ argümanını hem destekleyen, hem de sorgulatan unsurlara sahip. Sinemada bu filmi, Magic Mike XXL’i, izleme deneyimini tartışmaya dahil etmesek bile (ki bu, başlıbaşına bir yazı konusu olmayı hakeden bir eksen olacaktır); filmin doğrudan öyküsünün bir seyir pratiğine, üstelik metaforik değil düpedüz teşhircilik yönelimli bir performansın toplu seyrine ilişkin ama bu performans ve seyir deneyiminde teşhircilerin erkekler, seyircilerin ise kadınlar oluşu ne kadar provakatif bir vaka olduğunun altını çizmek için yeterli. Artık gelenekselleşmiş radikal feminist film kuramı bu vakayı erkek teşhircilerin kadınsılaşmış, kadın izleyicilerin ise erkeksileşmiş olması ile kitaba uyduracaktır muhtemelen. Böylesi bir rasyonalizasyon bütünüyle hükümsüz olmamakla birlikte filmde aktarıldığı kadarıyla erkek striptiz pratiklerine daha yakından bakmak, bu alandaki tartışmaları daha da ilerletmeye hizmet edebilecek veriler de sunuyor.
Öncelikle teşhirciliğin aktif bir pratik, yani röntgencilik nesnesi olmaktan biraz farklı bir konum, yalnızca bakılan/seyredilen nesne değil, hem bakılan nesne, hem de baktırtan özne konumu içerdiğine dair Magic Mike XXL’daki verilere işaret etmek gerek. Öte yandan her ne kadar filmdeki kimi karakterler erkek striptizinin, gerçek yaşamlarında doyum bulamayan kadınlar için “sağıltıcı” bir işlev taşıdığını savunsalar da ve film gerçekten de bu sağıltıcılıktan neyin kastedildiğini (erkeğin kendi arzusu doğrultusunda değil kadının arzusuna hitabeden bir performans sergileyerek kadının, kendisinin arzuladığı bir performans sunumunun alıcısı olması) ikna edici biçimde sergilese de, bu sağıltıcılığın bir ücret karşılığı icra edilmekte olduğunu da adeta gözümüze sokuyor. Filmin en çarpıcı anları, striptiz seanslarında, ki aslında bunlar belden aşağı tam boy çıplaklığın sergilendiği striptizler değil de cinsel birleşmenin simüle edildiği dans performansları, kadın izleyicilerin hem nasıl bir katarsis yaşadıklarını, hem de bu katarsis anındaki edimlerinin sahneye yeşil yeşil dolar banknotları saçmak olduğunu perdeye getirdiği anlar... Böylece eğlence endüstrisindeki seyir pratiğindeki iktidar ilişkilerinin toplumsal cinsel kimliklerin belirlediği konumlarla, ister kesişen, ister örtüşen, ister çelişen deyin, diğer eksenini de ‘teşhir’ etmiş oluyor!