Gezi direnişi sırasında Ankara’da Ethem Sarısülük’ün polis tarafından katledilişi ve sonrasında yakınlarının adalet arayışı hakkındaki uzun metraj belgesel Haziran Yangını, dün (Cuma) ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden Istanbul, Ankara ve Eskişehir’de toplam yedi salonda gösterime girdi. Yeni Harman dergisi kadrosundan Gürkan Hacır’ın ilk filmi olan Haziran Yangını, daha önce Istanbul Film Festivali programına alınmış ama Bakur adlı belgeselin festivaldeki gösteriminin son anda Kültür Bakanlığı tarafından engellenmesini protesto etmek amacıyla festivalden çekilen filmler arasında yeralmıştı.
Haziran Yangını, Gezi direnişinin başlangıcını arşiv görüntülerle aktaran kısa bir giriş ile başlıyor, ardından direnişin Istanbul dışındaki kentlere sıçramasıyla birlikte Ankara’da da eylemlerin başlaması hem arşiv görüntüler, hem de bu eylemlere katılan yurttaşlarla röportajlar ile perdeye geliyor. Bu noktadan itibaren ise belgeselin odağına Ethem Sarısülük oturtuluyor.
Sarısülük’ün yoksul bir aileden geldiğini ve kendisinin de yoksul bir genç kol emekçisi olduğunu bir iş arkadaşı ve ailesi ile yapılan röportajlardan dinliyoruz. Haziran Yangını’nın, Gezi direnişine yönelik devlet terörünün cinayet boyutuna varan bir veçhesini ve bu bağlamda adalet arayışının önüne çıkarılan zorlukları belgelemesinin yanısıra bir diğer kaydadeğer artısı Gezi direnişinin neferlerine dair kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan algının, gerçekliği tam olarak yansıtmadığının da Sarısülük üzerinden bir belgesi olması. Anaakım medyanın Gezi direnişine sempatiyle bakan kesimlerinin ve hatta ne yazık ki anaalım gazeteci yüzeyselliğinden farklı olarak bilimsel, dolayısıyla bütünsel bir bakışa sahip olması teorik olarak beklenen akademinin varsaydığı ‘Gezici’/direnişçi profili aslında Gezi Parkı’ndaki direnişçilerle sınırlıdır; ‘Gezicilerin’/direnişçilerin eğitim düzeyi, gelir düzeyi, sınıfsal aidiyeti, kültürel kimliği hakkında bu mecralarda yapılan genellemeler doğrudan Gezi Parkı’nda çadır kuranlar ve orada gecelemeseler de direniş boyunca bilfiil Gezi’de bulunanlara ilişkin gözlem ve kimi anket, vb’ye dayanıyor ve büyük resmin çok önemli ama bir hayli eksik bir parçasını yansıtıyor. Kuşkusuz Gezi’deki direniş, direnişin tetikleyicisi ve de direniş boyunca (Melis Behlil’den duyduğum çok güzel bir ifadeyle) “fırtınanın gözü” konumundaydı ancak ‘Gezi’deki direnişin’ ‘Gezi direnişi’ konumuna yükselmesini sağlayan olgu Istanbul’da Nişantaşı’ndan varoşlara kadar pek çok farklı semtte ve Anadolu’da pek çok kentte kitlesel protesto eylemleriyle desteklenmesiydi. İşte Haziran Yangını, Gezi direnişine ilişkin büyük resmin duyumsanmasına, medya ve akademideki algının eksik parçalarının bir bölümünün anımsanmasına da katkı yapacak bir çalışma. Bu bağlamda, direniş esnasında Eskişehir’de katledilen Ali İsmail Korkmaz hakkındaki çok başarılı bir belgesel olan Ali: Düşlerinde Özgür Dünya’nın da en kısa zamanda sinemalarda vizyona girmesini dilediğimizi bu vesileyle kaydedelim.
Haziran Yangını’nın en çarpıcı anlarından biri finale doğru Ethem’in annesinin herşeye karşın bugün olsa oğlunun yine direnişe katılmasını yine destekleyeceğini “onu yine salardım” sözleriyle açıkça söylemesi. Belgesel, yansıttığı tüm acılara karşın Ethem ve ailesi gibi aynı topraklarda yaşamaktan, aynı direnişin parçası olmuş olmaktan onur duyulacak insan portrelerini perdeye getirerek umudu yükselten ve mücadele azmini tetikleyen bir etki yapıyor. İnsan Haziran Yangını’nı izlerken, aynen Ali: Düşlerinde Özgür Dünya’da olduğu gibi, sık sık gözleri doluyor, hatta gözleri dolmak ne kelime, zaman zaman göz pınarları hem kederle, hem onurla, hem öfkeyle boşalıyor. Bugün itibariyle, henüz, şimdilik tesellimiz ise onların katlinin emrini vereni başkan yaptırtmamış olmamız...