Dün (Cuma) vizyona giren Merdiven Baba yakın dönem yerli sinemadaki güldürü filmleri içinde ayrıksı ve ortalamanın üstünde bir çalışma; kuşkusuz yakın dönem yerli güldürü filmlerinin ortalamasının yerlerde sürünen bir düzeyde olduğunu da unutmamak gerek. Merdiven Baba, biraz 1970’lerin ortalarında ve ikinci yarısında öne çıkan Arzu Film patentli aile güldürülerini (hani şu Münir Özkullu, Adile Naşitli, Tarık Akan’lı filmleri); biraz 1980’lerdeki kimi Kemal Sunal filmlerini anımsatıyor bazı açılardan, öncelikle emekçi, dar gelirli, arka mahalle sakinlerine dair insancıl bir öykü anlatması açısından. Kuşkusuz sırf simaları, yüz ifadeleri, beden dilleri, ses tonlarıyla dahi Türkiye halkının yüreğine dokunabilmeyi başarmış o müstesna oyuncularının sırtlayıp taşıdığı o filmlerin cazibesini yakalayabilmesi olanaklı değil her ne kadar kendi oyuncu kadrosu da yeterli bir performans gösterse de. Öte yandan en iyi örneklerinde dahi konvansiyonel olmanın ötesine geçemeyen, seri tasarım ve seri üretim ürünü olduklarını açığa vuran Yeşilçam güldürülerinden çok daha özgün bir öyküsü, neredeyse absürd mizaha yaklaşan bir motifi var Merdiven Baba’nın ve de “arka mahalleyi” idealize etmek bir yana eleştirel bir bakışa da tabii tutuyor.
Geçen yıl “Merdiven Adam” adıyla çekilen ama bu yılın başlarından günümüze ertelenen vizyon tarihi belli olduğunda ismi Merdivan Baba olarak değiştirilen filmin senaristi ve yapımcısı, gişede kaydadeğer başarı kazanmış olan ‘Mandıra Filozofu’ filmlerinin senaryolarında ve yapımında imzası olan Birol Güven, yönetmen koltuğuna ise 2011 Antalya Film Festivali’nde En İyi Film seçilen Güzel Günler Göreceğiz’in yönetmeni Hasan Tolga Pulat oturmuş. Merdivan Baba, Fazlı adında bir havaalanı temizlik görevlisinin, kıt kanaat geçinmekten yakınan karısı tarafından terkedilmesiyle açılıyor. Fazlı, günümüzün en genç kuşaklarının çok sık kullandığı sevimsiz bir tanım olan “ezik” nitelemesine denk düşen bir tip, hem işyerinde, hem mahallesinde herkes onu düpedüz yok sayıyor, bunda düşük gelirli olmasının yanısıra kısa boylu olmasının da payı var gibi. Fazlı’nın karısı ise onun “iyi bir adam” olduğunu kabul etmekle birlikte –zaten Fazlı’yla bu yüzden evlendiğini her fırsatta söylüyor- Fazlı’nın ailesine sağladıklarını ve Fazlı’yı “yetersiz” buluyor: televizyonu var ama daha “büyük” bir televizyon istiyor, daha “büyük” koltuklar istiyor ve de bir araba istiyor. “İyi” bir adamın ve “küçük” şeylerin bu kadına yetmemesinin sebebi ise bir tür mahalle baskısı; henüz orta yaşlarını geçmemiş olan kadın, araba sahibi olmuş bir komşusuna imrenerek büyük bir tatminsizlik girdabına kendini kaptırmış durumda. Merdiven Baba, Fazlı’nın karısının hezeyanlarını genellikle çiğ repliklerle sunarken öte yandan onu bu hezeyana sürükleyen mahalle ortamını ise daha sahici bir şekilde perdeye getirmeyi başarıyor.
Uzun lafın kısası, Fazlı karısını geri kazanmak için daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıyor, risk alarak işyerinde ıskartaya çıkartılmış bir merdivenli havaalanı kamyonunu satın alıyor. Fazlı’nın niyeti, mahalle sakinlerinin önce “at şeyine” benzeterek alay ettiği merdiveni hurdacıya satıp olağan bir kamyon elde etmek olsa da mahalledeki bir yangında merdivenli kamyonun fiilen itfaiye aracı gibi işlev görmesi sayesinde Fazlı aniden bir kahraman, merdivenli kamyonu da kamuoyunun gözdesi oluveriyor.
Kamyonun benzinle çalışan bir Amerikan yapımı oluşundan hareketle “bu bizi savaşa sokmaz inşallah” esprisi veya mahalle sakinlerinin kamyonun merdivenlerini bir gece gökkuşağı renklerine boyaması gibi bazı incelikli dokunuşların yanısıra Merdiven Baba’nın kaydadeğer bir artısı, merdivenli arabanın Fazlı’ya getirdiği prestij ve gelir kaynağının kalıcı bir saadet getireceği yanılsamasına yönelmemesi. Anlatı, Fazlı’nın giderek sınıf atlama özentisine kendini kaptırmasıyla tekrar gerçekçi-eleştirel bir rotaya yöneliyor her ne kadar bu rotada çok ileri gitmese de. Sonuçta Merdiven Baba, alçak gönüllü ve “iyi niyetli” bir film olarak anılmayı hakediyor.