Bir kişi, kurum ya da yönetimi Faşist olmakla itham ettiğimizde, acaba ona ne anlam yüklüyoruz, bu öğreti nedir?
Belki bir kontrol listesi hazırlamakta fayda var, ki, şu şu şartları sağlayanlar Faşist olarak adlandırılabilsin diyebilelim.
Faşist öğretinin tarihsel arka planına bakılırsa, karşımıza ilk İtalya çıkıyor. İtalya'da 1922-1943 yılları arasında, Mussolini ya da kısaca “Duce” tarafından uygulanmış yönetim, öğreti ve yaşam biçimi olan Faşizm’in temel bazı özellikleri var. Bu özellikler o dönemler ile ilişkilendirilse bile günümüze şu şekilde ulaşabilir ya da adapte edilebilir:
-Faşizm sadece lider kültürüne dayanan, aşırı milliyetçi, popülist bir egemenlik biçimi ve öğretisidir.
-Politik kurgunun abartılı olarak şekillendirilmesi, öğretilmesi, topluma pazarlanması, sürekli olarak ekonomi önceliğinin vurgulanmasıdır.
-Bayraklar, simgeler, kutsal imgeler, politik sembollerin abartılı ve sürekli kullanımıdır.
-İtalyan Faşizmi, kendini antik dünyaya dayandırıp en çok da Roma geçmişi ve kültünde ifade etmişse de evrenselleşen, yayılan bir Faşizm, vücut bulduğu coğrafyanın gelenekselci, arkaik geçmişinde canlanır. Özünü bu geleneklere yaslarken, devrimci ve dönüştürücü olduğunu da ileri sürmekten geri kalmaz.
-Çoğulcu siyasi yapıların ya da siyaset dışı temsil örgütlerinin, parlamentonun yerine, tek iktidar partisi ile onun militan yapısı ve devlet bürokrasisinin karışımından oluşan bir aygıtın iktidar modeli olarak sunulmasıdır.
-Şiddetin politik olarak kutsanmasıdır. Şiddetin kullanılan dilden, seçilen kelimelere, tonlamaya, vücut diline ve uygulamalara kadar iktidar aygıtının temel aracı olmasıdır.
-Uzak diyarları, sınır ötesi toprakları sürekli anavatana bağlama, devlet sınırlarını genişletme çabasıdır.
-Ortaya çıkışı itibarıyla Faşizm; biyolojik ya da kökensel bir dayanak yerine “öğretiye inananların asaleti ve ayrıcalığı” olarak ifade edilmişse de Alman Nazilerinin ve bambaşka uygulamaların elinde bir ırksal öğretiye de kolayca dönüşüvermiştir. Dönüşmüş bu haliyle de belli bir ırkın, kitlenin, temsiliyetin veya yaşam biçiminin üstünlüğünü savunur, ötekileri dışlar ya da baskılar. Vurgulamakta fayda var ki, Faşizm ve Nazizm arasındaki fark “Devlet” tanımında saklıdır: Faşizm’de “devlet-millet” bütünleşmesi esastır ve o devletin sınırları içerisinde yaşamayı kabul eden herkes buna dahildir. Nazizm’de ise ırkın üstünlüğüne dayalı bir millet-devlet anlayışı olduğundan diğer milletler inkar edilmiştir.
Bu kontrol listesini esas alıp, Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Pinochet’nin Şili’si gibi 20. yüzyılın en akılda kalan faşist rejimlerini hatırlarsak, bunlardan öne çıkan bazı temel özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
-İnsan haklarının yok sayılması. Gerektiğinde ve de çoğunlukla, devlet aygıtı’nın devletin bekaası için insan haklarını askıya alması ve buna alkış tutanların da çoğunlukta olması.
-Düşmanlar, dış güçler sürekli gündemde tutularak, bu argüman üzerinden popülist siyaset yapılması, sürekli olarak ordunun yüceltilmesi. Yerel sorunlarda bile, bu sorunların dış güçlere bağlanması ve militarist çözümler getirilmesi.
-Kitle iletişim araçlarının her türünün kontrol altında tutulmaya çalışılması; sansür, ceza vb araçlarla bu faaliyetlerin engellenmesi ya da bu faaliyetleri yine dış güçler argümanına bağlayarak düşman ilan edilmesi.
-Din ve yönetimin iç içe geçmesi, dinsel simge ve kurumların devlet yönetiminde doğrudan söz sahibi olması, yetki alması, iş yapması.
-Erkek egemen yönetimin ve liderliğin esas olması, cinsel ayrımcılığın özendirilmesi.
-Özel sermayenin özendirilmesi.
-Emek ve işçi sınıfının baskılanması, hakların kısıtlanması veya kaldırılması, hak arayanların sorgulanması.
-Sanat ve kültür hayatında tam bir ayrışmanın olması. Faşizm’i yüceltmeyen, ona ait imge, simge ve değerleri kullanmayan sanatsal üretimlere izin verilmemesi ve sonuçta da bu alandaki üretimlerin kısırlaşması.
Günümüze gelirsek… Bir hareketin yukarıda bir kısmı sayılan kodların tamamını kullanmadan da faşist sayılabileceği düşünülebilir mi?
Avrupa’da örneklerine rastlandığı gibi, otoriteye ve totalitarizme karşı çıktıklarını, demokrasiye bağlı olduklarını savunan, ama oldukça “yenilikçi” faşistlerin, seleflerinden farklı olarak, demokratlaştıklarını düşünmek büyük bir yanılgı olur.
Tıpkı, demokrasiyi bir amaç değil de kendi ideallerini gerçekleştirmek için bir araç ya da ara durak olarak gören siyasi yapılar ve hatta belki de iktidarlar gibi. Çok az siyasi yapı, geçmişte olanlardan dolayı, kendine artık mertçe “Faşist” deme cüretini gösterir. Ancak yeni terimlerin, örneğin “sağ popülist”, “otoriter demokrasi”, “rekabetçi otoriterizm” gibi tanımların ve uygulamaların arkasında, önünde ve tam da içinde, yukarıdaki kontrol listesinden alıntılar ve genetik kodlar bulursunuz, yani Faşizm’i!.