Bu haftanın en seyredeğer filmi tanınmış İranlı sinemacı Asghar Farhadi’nin imzasını taşıyan Satıcı (Forushande, 2016). Ancak Cannes’da Farhadi’ye En İyi Senaryo Ödülü’nü getiren Satıcı’nın intikam, affetme, merhamet gibi temalar etrafında dönen iyi yazılmış ve iyi oynanmış bir film olduğunu not etmekle yetinerek, bu hafta SİYAD 2016 Türkiye Sineması Ödülleri’nin adaylarının açıklanmasının ardından SİYAD’ın aday seçimleri üzerinden sosyal medyada çok sınırlı ölçekte de olsa tekrar ısıtılıp dile getirilen bir konuya dair yaklaşımımı satırbaşları halinde de olsa ifade etmek istiyorum.
Konu, SİYAD üyelerinin gerek her yıl gerçekleştirdikleri seçimlerinde, gerekse genel olarak rutin film eleştirilerinde “politik” filmlere adeta torpil geçtikleri önermesi. Gündemde yıllık aday seçimleri olunca aslında iki farklı konu birbirine karışıyor ve yanlış biçimde birbiriyle bağlantılandırılabiliyor. Dolayısıyla önce uzunca bir parantez açmak durumundayım. Geçen yıl da bu köşedeki bir yazımda bizzat değinmiştim: En İyi Oyuncu adaylıklarından tutun da En İyi Kurgu gibi “teknik” (!?) dallardaki adaylıklara dair tüm yan dal adaylıklarında En İyi Film adayı olmuş filmlerin haddinden fazla aday çıkarmaları aslında gerçekten de sorunlu bir durum. Ancak bu SİYAD’a özgü bir durum değil, örneğin yine geçtiğimiz günlerde açıklanan Oscar adaylıklarında da En İyi Kurgu dalındaki adayların tamamı aynı zamanda En İyi Film dalında aday olan filmler içinden çıktı, En İyi Görüntü Yönetimi dalındaki adayların biri hariç tamamı da keza öyle, vb. Böylesi durumların çok basit bir sebebi var: örneğin bir festival jürisi, yalnızca o festivalin yarışmasında yeralan filmleri makul bir süre (genellikle bir hafta içinde) ardı ardına izleyip değerlendirme yaparken SİYAD yıllık ödülleri gibi süreçlerde ise yılın tüm filmleri arasından 365 güne yayılmış bir seyir deneyimi sonrası değerlendirme yapılıyor ve böylesi süreçlerde en basitinden algıda seçicilik gibi beşeri bir durum devreye girebiliyor. Bu sakıncanın farkında olarak ve mümkün mertebe bertaraf edebilme amacıyla biz SİYAD’da son iki yıldır Istanbul’da ikamet eden SİYAD üyeleri oylama öncesi biraraya gelip yıl boyunca vizyona girmiş istisnasız tüm yerli filmlerin (geçen yılki rakam: 139) üzerinden teker teker geçip yılın en öne çıkmış filmleri dışında da yan dalların herhangi birinde dikkate değer performanslar sergilenip sergilenmediğine ilişkin görüş alışverişinde bulunuyoruz, nitekim sanırım bu sayede tüm kategorilerde aday çıkaran film sayısı son iki yılda 9’dan önce 12’ye sonra da bu yıl 16’ya çıktı. Uzun lafı kısası, tüm dallarda belli filmlerin sıkça başgörmesinin “politik” tercihlerle uzaktan yakında alakası yok ve bu durumu asgariye indirebilmek için çaba sarfediliyor. Parantezi burada kapatıyor ve asıl konuya geçiyorum.
Evet, bir filmdeki oyuncunun veya kurgucunun performansını o filmin genelde “çok iyi” olup olmamasına ya da filmin herhangi bir başka özelliğine (örneğin “politikliğine”) bağımlı olarak dikkate alıp almamak sözkonusu sanatçıya veya teknisyene haksızlık olur, adil olmaz. Peki, bir filmdeki her bir sanatçının veya teknisyenin o filmdeki performansını değil ama bir filmin kendisine ilişkin nihai değerlendirmeyi yaparken “politik”, “ideolojik”, vb. değerlendirmelerden arınmak mı gerekir? Kimi sinemaseverlerin ve belki bazı eleştirmenlerin yaklaşımı, bir film hakkındaki nihai değerlendirmenin adeta o filmin içerdiği yönetmenlik performansı, oyunculuk performansları, görüntü yönetimi, kurgu, vb unsurların tekil değerlendirmelerinin toplamından veya ortalamasından ibaret olması gerektiği şeklinde gibi görünüyor. Oysa bir filmin etkisi, yapımında içerdiği ve perdeye de yansıyan böylesi unsurların etkilerinin toplamından ibaret değil onu da içeren ama ondan çok daha fazla bir şeydir. Bir filmin karşısındakine değmesinin, ona dokunabilmesinin, onu sarıp sarmayabilmesinin veya tersine onu itmesinin dinamiği bu yönetmenlik, oyunculuk vb. unsurlar aracılığıyla işler ve bu unsurların kendi özgül başarılarının takdir edilmesini tabii ki içerir (ve hele bir eleştirmen sözkonusuysa yalnızca içerebilir değil içermelidir de) ama bu unsurların kendi özgül başarılarının takdir edilmesinden ibaret değildir. İşte bu fazla “şey” noktasında (bu yazıyı daha fazla uzatmamak adına burada değinmeyeceğim ama kısaca izleyene/değerlendirene dair en öznel hususlar diye anabileceğim, biraz Barthes’ın punctum nosyonuna benzer hususlar dahil başka hususların yanısıra) ideolojik, politik, vb yönelimler, filmin toplumsal işlevinin takdiri de devreye girebilir –ve, açıkça söylüyorum, benim nazarımda girmelidir. Tabii bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umrunda mı dünya modundaki izleyiciyi, öyle sinemaseveri, öyle sinema yazarını kastetmiyorum, onların film beğenisi “aman da ne usta bir yönetmenlik sergilenmiş, aman da ne şahane bir oyunculuk sergilenmiş”, biraz da film tekniğinden anlama durumu varsa veya kendisini öyle göstermek istiyorsa ayrıca “aman da ne incelikli bir kurgu var” vb tespitlerinden ve bu başarıların takdirinden ibaret olabilir, onlara sözüm yok.