Türkiye’nin Oscar adayı seçimleri sıklıkla tartışmalı olagelmiştir. Seçiciler kurulunda belirleyici olan çoğunluğun aslen hangi kriterlerle hareket ettiğini tam olarak bilemeyiz ama eleştirel bir filmin, farzımuhal polis şiddetini, polisin suçlarını örtbas etme girişimlerini konu alan yerli bir filmin ne kadar yetkin olursa olsun Türkiye’nin Oscar adayı olarak seçilebilmesini pek kimse beklemez (gerçi Türkiye’de öyle bir filmin çekilip vizyona girmesi de pek kolay değil ama o, ayrı bir konu). Örneğin Berkin Elvan’ın katledilmesine dair yerli bir filmin Türkiye’nin Oscar adayı olarak seçilebileceğini düşünen pek yoktur herhalde. Bir çocuk suçlunun polisin plastik mermisiyle yaralanmasını örtbas etme çabalarını ve bunun sonunda yaşananları konu alan Sefiller (Les misérables, 2019), Fransa’nın Oscar adayı olarak seçilmiş durumda. Sefiller dün (cuma) sınırlı ölçekte, on şehirde ağırlıklı olarak Mars grubunun “sanat filmlerine” tahsis ettiği toplam 25 salonda ülkemizde vizyona girdi.
Film, ismini kuşkusuz Victor Hugo’nun aynı adlı romanından alıyor. Konusu çağımızda (spesifik olarak 2018’de) geçen film, romanın serbest bir uyarlaması dahi olmamakla birlikte romanla bağlantısı salt ismindeki göndermeden ibaret değil. Örneğin, filmin konusunun geçtiği Montfermeil mahallesi, romanın konusunun geçtiği mahallelerden biri. Ancak film ile roman arasındaki esas ve isimdeki göndermenin altını dolduran bağlantı, filmin de sefalet ve adaletsizlik üzerine bir anlatı içeriyor olması.
Sefiller, Paris’te coşkulu kalabalıkların 2018 Dünya Kupası’nda Fransız milli takımının zaferini kutlama görüntüleriyle açılıyor ve perdeye esas itibariyle varoşlardan gelip herkes gibi ellerinde Fransız bayrakları taşıyarak kutlamalara katılan, herkesle birlikte Fransız ulusal marşını söyleyen siyahi gençler geliyor. Sefiller’in daha fragmanından bildiğimiz üzere film boyunca polis tacizine maruz kalışlarını izleyeceğimiz bu sosyal grubun kendilerini Fransız saymakta tereddütleri olmadığı izleyiciye böylece en baştan duyumsatılıyor.
Filmin baş karakteri, Montfermeil’e yeni tayin olmuş Stéphane adında bir polis. Stéphane, Montfermeil polis gücünde oldukça maço ve lümpen Chris ve Chris’e oranla daha sakin bir tip olmakla birlikte Chris’in tavırlarıyla barışık siyahi Gwada ile aynı devriyede görevlendirilir. Devriyeye çıktıkları ilk gün yöredeki “çingenelerin” işlettiği bir sirkteki bir aslan yavrusu siyahi bir çocuk tarafından kaçırılır. Çingeneler ile siyahiler arasında bir çatışma çıkmasını engellemek amacıyla hırsızı bulmak için derhal kolları sıvayan ekip kısa sürede bu amaçlarına ulaşırlar. Ancak arkadaşları Issa adlı çocuğu polisin elinden kurtarmaya çalışırken Gwada plastik mermi benzeri bir mermi kullanan silahını yakın mesafeden Issa’ya ateşleyerek onu yüzünden vurur ve yaralar. Olayın bir başka çocuk tarafından kameraya alınmakta olduğunu farkeden Chris, Issa için tıbbi yardım çağırmak yerine o çocuğun peşine düşer, ekip arkadaşlarını da peşi sıra sürükleyerek…
Söz konusu video kayıt bir anda büyük kıymete biner çünkü semtin yoz siyahi belediye başkanı da bu kaydı ele geçirirse polislere şantaj yapabileceğinin farkındadır. Yani kimse Issa için adalet peşinde değildir!..
Sefiller, Mali doğumlu yönetmen Ladj Ly’nin ilk uzun metrajı. Lj’nin sabıka kayıtları arasında hem Montfermeil’de bir polis şiddeti vakasını videoya çekip “tahrik edici” yorumlarla yayınlamaktan, hem de ertesi yıl Montfermeil belediye başkanına hakaretten aldığı cezalar var! Yani filmin temel esin kaynağı, yönetmenin kişisel deneyimleri gibi görünüyor. Sefiller’i ilk önce 2017’de kısa bir film olarak çekmiş, iki yıl sonra da şimdi ki uzun metraj olarak.
Ly’nin bu filmi gerçekten de sefalet ile adli suçların pençesindeki yoksul bir semtteki yaşamı büyük bir sahicilik hissi vererek aktarıyor. Anlatının polislerin temel karakterler, siyahi yerel halkın ise başlangıçta adeta “fon” olduğu bir dizgeyle kurulması ilginç, zorlu bir tercih. Ancak başlangıçta, hatta neredeyse filmin ana gövdesi boyunca fonun unsurları olan siyahi yan karakterler arasındaki çocukların öfkesinin kaynağı olan çaresizlikleri son dönemece gelindiğinde böylece çok daha net duyumsanıyor. Onları patlama noktasına getiren öfkenin kaynağı ne polislerin ne de yoz yerel iktidarın onları umursamıyor oluşu.
Bu noktada filmin netameli bir temsili ise bu ortamda, biraz tekinsiz olsa da nispeten tek düzgün kişilik izlenimi veren tipin, suça bulaşmış geçmişini geride bırakarak “İslami” bir yaşamı ve İslami söylemleri benimsemiş bir “helal” dönerci oluşu. Filmin en akılda kalıcı replikleri olan (ve fragmanında da duyulan) “Çocukların öfkesinden kaçamazsın” ve “Ya sesini duyurmanın tek yolu öfkeni kusmaksa?” sözleri ona ait. Yönetmenin bu odak noktası olarak İslami bir figürü seçmiş olmasının nedeni belki kendi geçmişindeki gerçek bir kişiye gönderme amaçlıdır yalnızca; ama bu temsil tercihinin yapacağı çağrışımlar tartışmaya açık.
Polislere dönecek olursak, baş karakter olan Stéphane, kendini aynı ekipte bulduğu meslektaşlarının tavırlarını benimsemiyor ve mümkün mertebe daha nazik davranmaya çalışıyor karşı karşıya geldiği siyahilere. Chris’in ve hatta Gwada’nın sert tutumlarını meşrulaştırma argümanları ise bu sert sosyal coğrafyada başka türlü davranmanın geçerli olmaması. Gerçekten de Montfermeil, tüm yetişkin erkeklerin her an şiddete başvurmaya hazır olduğu bir coğrafya olarak resmediliyor. Ama işin aslı şu ki Chris aslında yalnızca genç kadınlar, yaşlılar ve çocuklar karşısında tacizkar davranıyor!
Stéphane ise daha nazik olmaya çaba gösterse de tamamen masum değil. Yaralı Issa’nın sağlığı ve güvenliği ile içten biçimde ilgileniyor olmakla birlikte son tahlilde ölçüsüz şiddet sonucu yaralama vakasını Chris’in örtbas etme çabalarına gönülsüzce de olsa ortak oluyor. Dolayısıyla, Sefiller çağımız Fransa’sına dair tüm spesifik sosyal gerçekçi/sosyal eleştirel yönelimlerinin yanı sıra ayrıca daha genel bir tavır olarak, haksızlıklara, adaletsizliklere onaylamadan da olsa göz yummanın, orta yolculuğun çıkar yol olmadığına işaret ediyor. Uzun lafın kısası, perdelerimize yeni gelen ve pek uzun süre gösterimde kalmayabilecek olan Sefiller kesinlikle kaçırılmaması gereken bir film.