İlk filmleriyle dikkat çeken yerli genç yönetmenlerin bağımsız sinemamızın içinde bulunduğu zor koşullarda ikinci filmlerini çekip çekemeyecekleri bir süredir merak konusu oluyor. Bu bağlamda önceki yıl ilk filmiKörfez ile sinemaseverler nezdinde adından söz ettirmiş olan Emre Yeksan ikinci filmini çekmeyi başaranyeni kuşak yönetmenlerden.Yeksan’ın yeni çalışması Yuva geçen yıl Adana’da başladığı ulusal festival turunun ardından dün sınırlı ölçekte, beş şehirde toplam 16 salonda vizyona girdi.
Büyük bir deniz kazasının ardından yayılan kokunun gittikçe artması sonucu İzmir’in özellikle orta-üst sınıf sakinlerinin kenti terk etmeleri gibi ilginç, hatta sıra dışı bir öyküye sahip olmasına karşın Körfezyakın dönem yerli sinemamız içindeki favori filmlerim arasına girememişti. Bir sosyal hiciv olarak hedef tahtasına salt orta sınıfı oturtmasını ve ütopyasını orta sınıfsız bir varoluştan ibaret olarak imlemesini şahsen kof bir yönelim olarak görmem bir yana;film, finaline gelinceye dek bir hayli sündürülmüş bir akışa sahipti.
Bir ormanı kendine mesken edinmiş bir adamın bu ormandan çıkmaya zorlanmasını öyküleyen Yuva da öncelikle yine finaline gelinceye dek sündürülmüş bir akışla malul. Öte yandan finale doğru anlatıya mistik unsurlar yedirilmesi ise yer yer Gezi Direnişi’ni çağrıştıran motifler içeren filmin derdinifazlaca belirsizleştiriyor.
Yeksan, kendisiyle yapılan söyleşilerde Yuva’nın Gezi bağlantısının çok dolayımlıolduğunu söylerken öyküsünü Gezi Direnişi’nin patlak vermesinden hemen önce şekillendirmiş olduğunu da eklemiş durumda. Ancak öykünün Gezi Direnişi arifesinde oluşturulmuş olması aynı zamanda bu öykünün senaryolaştırılmasının ise Gezi Direnişi akabinde gerçekleşmiş olması ışığında Gezi esinlenmesini dışlamayan bir olgu zaten. Doğa içindeki bir yaşam alanından sökülüp atılmaya karşı verilen bir mücadelenin öyküsü kuşkusuz illa ve yalnızca Gezi Direnişi’ni değil hem ülkemizdeki hem yeryüzünün pek çok köşesindeki benzer diğer mücadeleleri de referans alıyor olabilir amaYuva özelinde örneğin filmdeki kolluk kuvvetlerinin gaz bombaları kullanıyor oluşunun spesifik olarak, “gaz yemenin” kolektif bellekte bir parçası haline gelmiş olduğu Gezi sürecini öncelikle çağrıştırmasından da daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla Gezi çağrışımı yaptığı yadsınamayacak bir anlatıya mistik unsurları bu anlatının bağlandığı noktada dahil etmek filmin meramını bulanıklaştırıyor.
Gölge Savaşçısı ve Temizlikçi
Ülkemizde izleyici karşısına ilk olarak geçen ay İstanbul Film Festivali’nde çıkan Çin-Hong Kong yapımı ‘döğüş sanatları’ filmi Gölge (Ying, 2018) ise, ‘saray entrikaları’ eksenli öyküsünü şahsen çok cezbedici bulmasam da her şeyden önce dekor ve fon tasarımı üzerinden monokrom izlenimi veren görselliği açısından seyre değer bir çalışma olarak haftanın öne çıkan yabancı filmleri arasında yer alıyor.
Dünya prömiyerini geçen yıl Londra’daki korku filmleri festivali Frightfest’te yapmış olan bağımsız Amerikan yapımı Temizlikçi (TheCleaningLady, 2018) ise gerilimin usul usul tırmandığı ve son çeyrekte şiddetin zemberekten boşaldığı, sürükleyici, soluk kesen bir korku filmi. Öte yandan “çirkin” yüzlü temizlikçisine insancıl biçimde davranan zengin ve güzel bir genç kadının onun kurbanı haline gelişini öyküleyen filmde psikopat konumundaki karakterin cinsel taciz mağduru, yüzü tahrip olmuş (“çirkin”) ve temizlikçilik yapan bir genç kadın oluşunun, toplumsal konumlara ve kimliklere ilişkin temsiller açısından sorunlu olduğunu eklemek gerek…