Türkiye’de seyirci karşısına ilk olarak geçen ay Istanbul Film Festivali’nde çıktıktan sonra dün (Cuma) ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden sinemalarda da vizyona giren Burgonya Dükü (The Duke of Burgundy, 2014); hem özel olarak genellikle önyargılara ve yanlış anlaşılmaya maruz kalan farklı bir cinsel yönelime dair incelikli bakış açısı, hem de genel olarak aşk ilişkilerinde yaşanabilen sorunlara dair perdeye getirdikleri ile yalnızca bu haftanın en dikkate değer filmi değil, aynı zamanda ülkemizde bu yıl şu ana dek gösterime giren en unutulmayacak filmlerden biri.
Peter Strickland adlı genç bir Britanyalı yönetmenin yazıp yönettiği, yürütücü yapımcılığını ise hem Avrupa erotik-korku sinemasının, hem de Yeşilçam dönemi fantastik Türk sinemasının Batı’da tanınmasını sağlayan araştırmacı-yazar Pete Tombs’un üstlendiği Burgonya Dükü, 1970’lerde özellikle Fransa merkezli olarak kıta Avrupasında türemiş sıradışı erotik sinemayı referans, daha doğrusu çıkış noktası alan bir film. Erkek yönetmenlerin elinden çıkmış olmakla birlikte sıklıkla lezbiyen ilişkileri ve/veya sado/mazohizmi ve belirgin bir fetişistik estetiği perdeye getirmiş olan ve ticari kalıplar içinde üretilmiş olmalarına karşın kendi dönemlerinde dahi genellikle marjinal kalmış sözkonusu “ahlaksız” filmler, son dönemde geriye dönük olarak yeniden keşfediliyorlar ve etraflarında belirli bir ‘kült’ oluşmuş durumda. Burgonya Dükü’nün daha açılış jeneriğinin kasten ‘eski moda’ görsel ve işitsel dokusu, maziye ait bir filmler topluluğuna selam gönderdiğinin ilk işareti (*). Ancak Burgonya Dükü’nün bu filmlerle ilişkisi gerçekten de onları anarak selam göndermekle birlikte o geleneği aynen yinelemek yerine pek çok açıdan farklı bir tarz ve içerik yakalamaya yönelmek şeklinde. Herşeyden önce Burgonya Dükü, ticari kaygıları es geçerek ‘sanat sineması’ olarak değerlendirilen sinema mecrası içinde kendini net ve sağlam biçimde konunlandırıyor.
Hiçbir erkek karakterin yeralmadığı Burgonya Dükü, bir malikanede tek başına yaşayan orta yaşlardaki Cynthia adlı bir kadının, Evelyn adındaki hizmetçisine gün boyu nasıl kötü davrandığını sergileyen uzun bir giriş pasajıyla açılıyor. Ancak daha sonra her iki kadını kelebeklere dair bilimsel bir oturumda izliyoruz ve Evelyn’in Cynthia’yı bu toplantıda yaptığı sunuş esnasında hayranlıkla ve besbelli sevgiyle izlemekte olduğunu farkederek iki kadın arasındaki ilişkinin başlangıçta varsaydığımızdan farklı olduğunu seziyoruz. Üstelik kısa bir müddet sonra bu ilişkinin, siyasi çağrışımları da olabilecek ‘efendisine aşık olan köle’ minvaliyle de uzaktan yakından ilişkisi olmadığı belli oluyor: Cynthia ve Evelyn, aslında birlikte yaşıyan sevgililer ve evlerindeyken belirli saatlerde sergiledikleri ‘ev sahibesi-hizmetçi’ ilişkisi, Cynthia’nın ağzından.çıkan replikleri dahi mazohist Evelyn’in önceden dikte ettirdiği, her şeyini bir senaryo gibi en ince ayrıntısına kadar belirlemiş olduğu ve her ikisinin de bu ‘senaryoya’ göre rol yaptığı bir fantazi oyunundan ibaret! Yani Cynthia ve Evelyn arasında gerçek yaşamda Cynthia’nın muktedir konumda olduğu bir hiyerarşi sözkonusu değil...
Burgonya Dükü sado/mazohist cinsel yönelimlere dair sinemanın en makul tasvirlerinden birini perdeye getirİyor. Bu açıdan bu bağımsız Britanya yapımı geçtiğimiz aylarda izlediğimiz Hollywood yapımı Grinin Elli Tonu’yla (Fifty Shades of Gray) iki açıdan tezat oluşturuyor. Burgonya Dükü, ev sahibesi rolünü üstlendiği zamanlarda Cynthia’nın Evelyn’e, bizzat onun yazmış olduğu senaryo doğrultusunda uyguladığı anlaşılan fiziksel cezaları kadraj dışı bırakarak perdeye getirmezken Grinin Elli Tonu kırbaçlama sahnelerini anaakım bir Hollywood filminden beklenmeyecek ölçüde cüretkar biçimde estetize ederek seyirlik olarak sunuyordu. Öte yandan aynı Grinin Elli Tonu görsel olarak albenili biçimde sunduğu bu ilişkiyi, başkarakterin finalde kabullenemeyişi ve terketmesi üzerinden anlatısal düzlemde ise konvansiyonel biçimde olumsuzluyordu. Burgonya Dükü ise benzer bir ilişkinin iç dinamiklerini olabildiğince duyumsatmaya ve kavratmaya ağırlık veren bir yönelimi başarıyla gerçekleştiriyor.
Öte yanda Burgonya Dükü de sıradışı bir cinsel yönelimin güzellemesi değil, esas itibariyle her aşk ilişkisinde ortaya çıkabilecek çelişkileri bu kez farklı bir cinsel yönelimin sözkonusu olduğu bir ilişki üzerinden sergileyen bir çalışma. Her gün sabahtan akşama aynen tekrar üstlendiği ve ‘hizmetçi’ rolünden haz alan mazohist Evelyn’den farklı olarak kendisine haz vermeyen ve onun için besbelli giderek sıkıcılaşan ‘zalim ev sahibesi’ rolü, Cynthia’nın yalnızca Evelyn’e olan aşkı dolayısıyla oynamaya razı olduğu bir rol. Aslında Burgonya Dükü, gönül ilişkilerinde bir tarafın diğerinin isteklerini sırf onu mutlu etmek için yerine getirmesinin ve tersten ifade edilecek olunursa bir tarafın diğerinin isteklerini kaale almayarak sırf kendi isteği doğrultusunda ilişkiyi şekillendirmesinin yarattığı gerilimler ve bu gerilimlerle başa çıkma çabaları üzerine bir film.
(*) Film boyunca gönderilen ‘selamların’ çoğunun muhatabı, anavatanındaki sansür ortamı dolayısıyla yıllar boyu Fransa’da çalışmış sıradışı İspanyol yönetmen Jesus Franco’nun kariyeri. Örneğin yan rollerden birinde yeralan Monica Swinn, 1973-77 arasında Franco’nun tam 16 adet erotik filminde yan rollerde yeralmış bir oyuncu ve Burgonya Dükü’nde canlandırdığı karakterin adı da bir Franco filminde canlandırdığı karakterin adı; ayrıca Burgonya Dükü’nde akşam/gece vakitlerinde bahçede geçen bazı mizansenler Franco’nun Une vierge chez les mors vivants (1971) adlı filmindeki benzer mizansenleri yansıtıyor.