Hotel Mumbai: Cihatçı terörün vahşetini sergilerken öte yandan sınıfsal hiyerarşiyi meşrulaştırmak...
Bu haftanın dikkate değer filmi Hotel Mumbai, aslında Türkiye’de Mart ayında ABD ile takriben eş zamanlı olarak gösterime girecekti, hatta basın ön gösterimi o dönemde peşinen yapılmıştı bile. Ancak 2008 yılında Pakistanlı bir grup cihatçı teröristin Hindistan’da sivillere yönelik olarak eş zamanlı biçimde gerçekleştirdikleri katliam boyutundaki saldırıların bir kesitini konu alan filmin planlanan vizyon tarihinden birkaç gün önce Yeni Zelanda’da iki camide gerçekleşen, yine katliam boyutundaki ırkçı/İslamofobik terör saldırılarının ardından ülkemizdeki gösterimi ertelenmişti.
26 Kasım 2008’de Pakistan’dan Hindistan’a deniz yoluyla usulca giriş yapan on kadar cihatçı, akşamüstü kent içine dağılarak bir tren istasyonu, bir kafe, iki otel ve bir Musevi merkezi dahil olmak üzere çok sayıda noktada sivillere otomatik silahlarla ve bombalarla rastgele ölüm saçmaya başlamışlardı. Toplam 170’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği olaylarda polis güçleri saldırganların çoğunu 24 saat içinde etkisiz hale getirmekle birlikte çok sayıda müşteri ve çalışanı barındıran Taj Mahal Sarayı Oteli iki günden uzun bir süre boyunca burayı basan teröristlerin işgali altında kalmıştı. Hotel Mumbai, giriş bölümünde cihatçıların botlarla kente gelişlerini ve akabinde kent içinde saldırılarına başlamalarını da perdeye getirmekle birlikte aslen bu lüks otelde yaşananları konu alıyor.
Dünya prömiyerini geçen yıl Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapmış olan Hotel Mumbai, çok büyük ölçüde gerçekçi hissiyatı veren bir film. Bunda Avustralya-ABD-Hindistan ortak yapımı filmin yapımcılarından ikisinin daha önce aynı terör eylemi hakkında bir belgeselin de yapımını üstlenmiş olmalarının payı olsa gerek. Bu arada filmde teröristlerin kendi aralarında cep telefonları üzerinden gerçekleştirdikleri diyalogların, gerçek vakadaki gerçek muadillerinin telefon görüşmelerinin polis tarafından yapılmış kayıtlarının bant çözümlerinden birebir alınmış olduğunu da eklemek gerek. Böylesine vahşi, insanlık dışı bir eylemi perdeye getiren bir filmdeki şiddet sahnelerinin rahatsız edici oluşu da doğal, kaçınılmaz ve kanımca gerekli.
Cihatçı terörün vahşetini başarıyla sergilemesi ne kadar dikkate değer olsa da Hotel Mumbai bambaşka açıdan çok sorunlu bir film. Filmin başlangıcında, kentin yoksul bir kesiminde yaşayan bir çalışanın terör saldırıları henüz başlamadan lüks otele geldiğinde amirinin tüm otel personeline, müşterilere “tanrı” muamelesi yapmaları gerektiğini unutmamalarını tembihlemesini dinliyoruz. Müşterilere tanrı gibi davranmanın, onların “kulu” gibi davranmak olduğu apaçık. Otel teröristler tarafından basılınca amirleri dahil çok sayıda çalışanın, bazıları onlara kaba, önyargılı davrananlar dahil zengin müşterileri korumaya kendi canları pahasına girişmelerini de ne yazık ki bu bağlamda görmek olanaklı. Kuşkusuz bir insanın, başkaları için, örneğin felaket anlarında özellikle çocuklar ve benzer konumdakileri kurtarmak uğruna kendi can güvenliğini riske atması övgüye değer bir davranıştır. Ancak Hotel Mumbai’de sergileneni böyle insani bir bağlamda değerlendirmek filmin başlangıcında andığım “tembih” ve benzeri doneler ışığında naiflik olacaktır, burada daha ziyade “yüce (!) efendi-sadık köle” tarzı bir ilişki söz konusu. Dolayısıyla Hotel Mumbai’nin bir yandan cihatçı terörün vahşetini sergilerken öte yandan sınıflı toplumlardaki sınıfsal hiyerarşiyi ise meşrulaştırdığını kaydetmek gerek.