Hüseyin Karabey’i yaklaşık yirmi yıl kadar önce cezaevlerindeki tecrit uygulamasını konu alan Sessiz Ölüm (2001) gibi belgeselleriyle tanımıştık. Dün (Cuma) sınırlı ölçekte, ülke çapında toplam 23 salonda vizyona giren İçerdekiler ise Karabey’in üçüncü uzun metraj kurmaca çalışması.
Geçen yılki Adana Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen İçerdekiler, Melih Cevdet Anday’ın aynı adlı tiyatro oyununun bazı nüanslar bir yana bir hayli sadık sayılabilecek bir uyarlaması niteliğinde. Bir bildiri kaleme aldığı şüphesiyle yaklaşık altı aydır gözaltında tecritte tutularak sorgulanan ama gördüğü işkencelere karşın suçlamayı kabul etmemekte direnen bir öğretmen, bir gün kendisini sorgulayan polis müdürünün beklenmedik bir “jestiyle” (?) karşılaşmıştır: Müdür kendi makam odasında, gözaltındaki öğretmenin karısıyla bir müddet baş başa kalmasına izin vereceğini söylemektedir! Filmin ana gövdesi, polis müdürü ve öğretmenin, söz konusu makam odasında öğretmenin karısının gelmesini beklerlerken aralarında geçen konuşmaları içeriyor, yani tek bir mekanda ve iki kişi arasında geçiyor.
Bu bölümde müdürün gerçek niyetinin ve/veya bu niyetinde gerçekten de kararlı olup olmadığının, fikrini son anda değiştirip değiştirmeyeceğinin belirsiz oluşunun yarattığı gerilim, oldukça sürükleyici bir seyir deneyimi yaşatıyor. Öğretmenin, müdürün kendisini karısıyla biraraya getirme planının onu itirafa yönlendirmeye dönük bir yem olup olmadığına, son anda bundan vazgeçip vazgeçmeyeceğine yönelik şüphelerinin onda yarattığı gerilimi bizler de iliklerimize kadar hissediyoruz (öğretmenin bu gerilime dayanamayıp kriz geçirdiği anların ise aynı derecede başarılı biçimde canlandırıldığını söyleyemeyeceğim).
Filmin, iki perdelik oyunun ikinci perdesine denk düşen takriben son üçte birlik bölümünde ise öğretmen, adeta kaderin kendisine bir oyunu misali hiç beklemediği tatsız bir sürprizle karşılaşacaktır. Bu bölümde İçerdekiler seyirciyi, mazlumun koşullar değiştiğinde zalim konumunu benimseyebileceğinden, amaç uğruna araçların mübah olup olmadığına, hatta cinsellik eksenli “namus” sorunsalına dek bir dizi “ağır” mevzuuyla ardı ardına yüzleştirmeye yöneliyor. Bu bağlamda kimi unsurların fazlaca kör parmağım gözüne yöntemiyle izleyiciye aktarılmaya çalışıldığını kaydetmek durumundayım; örneğin müdürün öğretmene önceki bölümde sık sık “otur, benle ayakta konuşma” demesinin bu kez öğretmen tarafından karşısındakine yinelenmesi gibi.
Ancak İçerdekiler anlatısını son derece doğru bir yerden bağlıyor, yukarıda andığım tartışmalı “ağır” mevzuuları kendilerinden menkul veya insanın kötücül ‘özüne’ (!) dair sorunsallar olarak değil, insanın kendini içinde bulduğu koşullar bağlamında zorlanmasının ama insani olanı tercih etme potansiyelinin gerçekleşmesinin de zemini olarak sunuyor.
İçerdekiler filmine yöneltilebilecek temel bir eleştiri ise, bir sinema eseri için fazlasıyla “teatral” olduğu olabilir. Bu durum, İçerdekiler’in bir tiyatro oyununun uyarlaması olmasından, hatta tek mekanlı bir tiyatro oyununun uyarlaması olmasından da kaynaklanmıyor yalnızca; Karabey, kameranın zaman zaman odadaki bir kuş kafesine odaklanması gibi bir-iki yalın uygulama hariç oyuncuların oyunculuk performanslarını optimum düzeyde kaydetmenin ötesine geç(e)memiş.
Evet, Vertov’un neredeyse yüzyıl önce savunduğu üzere sinemanın, tiyatro ve edebiyatın etkisinden kurtulup kendi özgün anlatım dilini geliştirmesi hedefi, takip edilmesi gereken bir hedeftir ama bu hedefe yönelmeyi, sonuçta filmleri değerlendirirken “kırmızı çizgi” raddesinde önkoşul bir kriter olarak saymak da kanımca bu kriteri karşılamasalar da başka açılardan değer taşıyan çalışmaları külliyen göz ardı edeceği için aşırı bir tutum olacaktır. İçerdekiler örneğine dönecek olursak, bu filmin değeri esas itibariyle kaynak metnin sağlamlığına ve de bu sağlam kaynak metnin genelde yetkin oyunculuk performansları ile sergilenmesine dayanıyor olsa da, özgün, yaratıcı, vs., vs. sinema diline sahip olmalarına rağmen son tahlide içi boş ya da muğlak olan filmlere şahsen yeğ tutacağım bir film var perdelerimizde. Hatta devamla, yönetmenin, herhangi bir biçimçi arayışa yönelmemesinin, filmin meramının daha net ortaya çıkmasına belki kasten, belki gayri-ihtiyari olarak katkı yapmış olduğunu da temkinli olarak öne sürebilirim.
Altyazı çevirilerinde dinsel çağrışımlarından arındırılmış John Wick 3: Parabellum
Ölümcül bir hastalığa yakalanmış eşiyle son günlerinde beraber olabilmek için “emekliye ayrılmış” usta bir silahşörün mafyadan yakasını bir türlü sıyıramamasını öyküleyen John Wick filmlerinin ilki özellikle Keanu Reeves’in canlandırdığı başkarakterin soğukkanlı, kararlı, özgüvenli, ödünsüz bir tipleme oluşu üzerinden kendini izlettiren bir aksiyon filmiydi. İkinci film ise bazı aksiyon sekanslarının ilk filmden daha da göz doldurucu mizansenler ve kareografiyle perdeye gelmesi sayesinde beklenmedik derecede büyük bir ticari başarı yakalamıştı. Serinin yeni devam filmi John Wick 3: Parabellum’da (John Wick: Chapter 3 - Parabellum), aksiyon sahneleri şiddet ve sertlik açısından tavan yapıyor, hatta bir sekans 1970’lerin, 1980’lerin Lucio Fulci filmlerindeki en sansasyonel sekansa benzer nitelikte; ancak mizansen ve kareografi açısından ise bir önceki filmdeki stilizasyon aşılamamış, hatta tam olarak yakalanamamış denilebilir.
John Wick 3: Parabellum’da serinin kurgusal evreninin arka planını oluşturan tuhaf küresel mafyatik örgütlenmeyi izleyiciye daha yakından tanıtmaya, onu öykünün daha fazla odağına taşımaya ağırlık verilmiş. Ancak Türkçe altyazılardaki çeviri tercihleri filmin bu bahisteki ilginç ve dikkate değer yöneliminin Türkiyeli izleyicilere geçmesine set vuruyor. Örneğin John Wick’in bu mafyatik örgütlenmeden ihraç edilmiş ve bu yapıyla bağlantılı kişilerin ona yardım etmesinin yasaklanmış olması için filmin orijinal repliklerinde geçen ve Türkçe’deki tam karşılığı “aforoz edilmiş” olan “excomunicado” sözcüğü, “men edilmiş” olarak çevrilerek dinsel ve özel olarak Katoliklikle bağlantılı çağrışımlarından kopartılmış. Keza “kutsanmışlığı iptal edilmiş” anlamındaki “deconsecrated” sözcüğü, ‘haklarından arındırılmış’ gibi ya da benzeri bir şekilde çevrilerek yine orijinalindeki dinsel çağrışımlarından arındırılmış. Öte yandan film, görsel olarak da zaten bir miktar dinsel ikonografiye sahip. Ama bu küresel örgütlenmenin kendi iç jargonunda dinsel terimleri kullanıyor oluşu altyazılarda gizlenince bu görsel motifler anlamsızlaşıyor, oysa aslında filmde (orijinal repliklerde) jargon ve ikonografi uyumu var. John Wick 3: Parabellum’daki Katolik Kilisesi’ne yönelik taşlama ve iğneleme yöneliminin üzeri belki kasten, belki ‘serbest çeviri’ işgüzarlığı yüzünden bizim seyirciler için iyice örtülmüş durumda.