On adet yeni filmin gösterime girdiği bu haftanın siyasi açıdan en ilginç olanı 2’nci Dünya Savaşı yıllarında geçen sıradışı bir aşk öyküsünü merkezine alan Aşk Uğruna (Suite Française). Bir toplama kampları kurbanının yazmış olduğu romandan uyarlanan Aşk Uğruna’nın konusu, Fransa’yı işgal eden Nazi ordusundan görevli bir Alman subay ile işgal altındaki bir kasabadaki Fransız bir genç kadın arasında geçen ‘imkansız aşk’ etrafında dönüyor.
Ukrayna doğumlu ve Musevi asıllı kadın yazar Iréne Némirovsky, Fransa’ya yerleştiği yıllarda din değiştirerek Katolikliği benimsemiş olmasına karşın 1942 yılında Auschwitz toplama kampına gönderilerek bu kampta tifodan yaşamını yitirmiş. Némirovsky’nin hayattayken tamamlamaya fırsat bulamadığı Suite Française adlı roman dizisinin ilk iki bölümü, yazarın kızları tarafından muhafaza edilmiş olan defterleri üzerinden 2004 yılında tek bir kitap halinde yayınlanabilmişler. Romanın filme uyarlanan ikinci bölümünün konusu, Paris yakınlarındaki bir kasabada geçiyor ve Némirovsky’nin yakalanmadan önce Paris’ten kaçarak sığındığı bir köydeki tanıklıklarından esinlenmiş olabileceği hissi uyandırıyor.
Cephedeki kocasından uzun zamandır haber alamamış olan Lucille, kasabanın zenginleri arasında yeralan kayınvalidesiyle birlikte yaşamaktadır. Nazi ordusu kasabayı işgal ettiiğinde pek çok eve birer Alman askeri zoraki ‘konuk’ olarak yerleşir. Lucille ve kayınvalidesinin evlerine taşınan Bruno adlı subay ise aslen besteci olan bir genç erkektir ve keza müzik-sever olan genç kadın ile aralarında her ikisinin de bastırmakta zorlandığı duygusal bir yakınlaşma başlar. Özellikle Lucille’in Almanlar’ı düşman olarak görmekten ödün vermemekte kararlı olan kayınvalidesi, bu yakınlaşmaya tamamen karşıdır ve engellemek için elinden geleni yapar.
Aşk Uğruna, bu romantik görünümlü ana öykünün yanısıra kasabadaki Fransızlar arasındaki sınıfsal çelişkileri de izleyicilere net biçimde yansıtmaktan geri durmuyor. Örneğin Lucille’in kayınvalidesi, maddi güçlüklerin pençesindeki Fransız kiracılarına hoşgörü sergilemeyen, kasabadaki yoksullar açlık sınırına yaklaşırken evinin kilerine gizlice yiyecek istifleyen vicdansız bir zengin olarak tasvir ediliyor. Böylece Fransa, ya da en azından Fransa’nın taşrası, Nazi işgali gerçekleşmese kendi içinde toplumsal bir patlamanın eşiğinde bir diyar olarak yansıtılıyor.
Öte yandan yine istifçilik yapan ve ama Lucille’in kayınvalidesinden farklı olarak Naziler’le aktif işbilrliği halindeki bir diğer kasaba zenginin, deposundan yiyecek çalan yoksul –ve Komünist olduğu söylenen- bir Fransız’ı Naziler’e ihbar etmesi üzerine kasabadaki durum hızla kontrolden çıkıyor. Bu süreç, bir yandan Lucille ve platonik aşk yaşadığı Alman subayın içinde bulundukları koşullara rağmen gizlice de olsa bir ilişki yaşayabileceklerine dair beklentilerinin naifliğini sergiliyor. Ayrıca Lucille’in kayınvalidesinin de firari Fransız’a yataklık etmede gelini ile işbirliği yapması ile bu kadının anlatıdaki konumu da değişiyor. Aşk Uğruna böylece ana gövdesi boyunca perdeye yansıttığı sınıfsal çelişkilerin işgal koşullarında üstünün örtülmesinin veya ötelenmesinin de ilginç ve tartışmaya açık öyküsü haline geliyor.