İstanbul'un ardından Ankara Film Festivali; Sette ölen karga, cinsiyetçi dil ve de transfobi

37’nci Istanbul Film Festivali’nin Salı akşamı yapılan ödül töreni ile sona ermesinin ardından 29. Ankara Film Festivali Perşembe günü başladı. 190’a yakın filmin gösterileceği bu yılki Ankara Film Festivali’nde Ulusal Uzun, Belgesel ve Kısa Film yarışmaları düzenlecek. İstanbul Film Festivali’nde En İyi İlk Film ödülünü kazanan Güvercin dahil Istanbul’da yarışmış çok sayıda film, Ankara Film Festivali Ulusal Yarışması üzerinden başkent izleyicileri karşısına ilk kez çıkacaklar.

Istanbul’daki Ulusal Yarışma filmleri, çoğunluktaki genç yönetmenlerin ilk filmlerinden, az sayıdaki emektar sinemacının yeni filmlerine dek genelde çok zayıftı ve bu tablonun Türkiye sineması için alarm zillerinin çalmakta olduğunun ciddi bir emaresi olarak görülebileceği temkinli biçimde söylenebilir. Kanımca yarışmada çok iyi bir yeni filmin (Güvercin; vizyona girmiş Sofra Sırları ile birlikte çok iyi iki filmin) yanında yalnızca birkaç adet dikkate değer film bulunuyordu: Borç, Renksiz Dünya (Hewno Bereng) ve Aydede; bunlardan Mansiyon’a layık görülen ve yarışmanın tek Kürtçe filmi olan Renksiz Dünya da Güvercin ve Sofra Sırları ile birlikte Ankara’da da yarışacak. Bu arada Tayfun Pirselimoğlu’nun merakla beklenen -ve Ankara’daki yarışma programında da yeralan- yeni filmi Yol Kenarı, Pirselimoğlu’na sonuçta En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmasına karşın, bende ilk izlenim olarak özellikle kopuk kopuk ilerleye(meye)n anlatımıyla hayal kırıklığı yarattı.

Öte yandan gösterişsiz, yalın ama yavan olmayan, ve finali itibariyle son derece zarif bir sinema diline sahip olan Güvercin, sinemamızda önceki yıl Babamın Kanatları ile (yeniden) başlayıp geçen yıl Sarı Sıcak'la süren yeni gerçekçiliğin izinden gitme çizgisinin son derece yetkin yeni halkası ve bu yıl şu ana dek festival ve vizyon dahil herhangi bir mecrada izlediğim en dört dörtlük yerli film. Banu Sıvacı’nın yazıp yönettiği Güvercin’de, evlerinin çatısında güvercin besleyen Yusuf adlı bir gencin, ağabeyinin zoruyla vasıfsız işçi olarak ağır sömürü koşullarında çalışmaya başlamak zorunda kalmasının, sevgiyle bağlı olduğu güvercinlerinin bakımını yürütmesini zorlaştırması ve Yusuf’un bu duruma isyanı öyküleniyor.

Altın Lale En İyi Film Ödülü’nü kazanan Borç ise Ankara’daki programda yeralmıyor. Hastalanan bir komşularının bakımını kendi evlerinde üstlenen bir ailenin yaşadığı maddi ve manevi zorlukları perdeye getiren Borç, yavan sinema diline karşın, genç yönetmen Vuslat Saraçoğlu’nun imzasını taşıyan senaryoda çok iyi yazılmış ve Serdar Orçin ile İpek Türktan Kaynak tarafından çok iyi oynanmış başkarakterleri üzerinden kendini izlettiriyor.

Yarışmanın en iyi filmi kanımca Güvercin olduğundan Altın Lale’nin de o filmin hakkı olduğuna inanarak Borç’a jüri özel ödülü veya mansiyon verilmesinin daha makul olacağını düşünsem de genel seviyesi yukarıda, yazımın başlarında vurguladığım üzere çok düşük olan seçkideki ortalamanın üzerindeki filmlerden Borç’un şu ya da bu şekilde ödüllendirilmesinden daha doğal bir şey olamazdı.

 

ALTIN LALE'NİN ARDINDAN GELEN KARGA ÖLÜMÜ VE CİNSİYETÇİLİK TARTIŞMALARI

Altın Lale’nin Borç’a verilmesi beraberinde iki ayrı tartışmayı getirdi. Borç’un çekimleri sırasında bir karganın ölmüş olması konusunda daha önce yapılmış karşılıklı açıklamalar sosyal medyaya zaten yansımıştı. Altın Lale’nin Borç’a verilmesi üzerine ise bu durumu protesto etmek üzere Hayvan Hakları Federasyonu “Borç filmine ve Istanbul Film Festivali’ne Kara Lale verdiklerini” açıkladı. Hayvan haklarının setlerde gözetilmesi konusunda duyarlılığa katkı yapmakla birlikte bu açıklamanın, En İyi Film Ödülü’nün, örneğin En İyi Yönetmen ödülünden farklı olarak, filmin tüm süreçlerinde emeği geçen herkesin katkısının kolektif ürününe verildiği noktasındaki nüansı biraz dışladığını da düşünüyorum.

Altın Lale’nin ardından bir başka tartışma ise Posta gazetesi film eleştirmeni Kerem Akça’nın attığı bir tweetteki cinsiyetçi dil üzerine yaşanıyor. Burada alıntılayarak dahi tümden paylaşmak istemediğim tweetinde Akça, yarışmanın “en zayıf halkası” olduğunu iddia ettiği Borç’a verilen ödülden sorumlu tuttuğu jüri başkanı yönetmen Pelin Esmer’i yönetmenlik kariyeri açısından yerer, jürinin verdiği ödül açısından suçlarken onun ve Borç’un yönetmeni Vuslatoğlu’nun kadın kimliklerine de işaret ediyordu. Eleştirinin en sert olanını yapmak da herhangi bir eleştirmenin doğal  hakkıdır ancak cinsiyetçi, homofobik, ırkçı, emek düşmanı vb söylemler, “sert eleştiri” kapsamında değerlendirilemez. Akça’nın iki yönetmeni, onların ürünlerini, tercihlerini yererken onların kadın kimliğine işaret etmesi de bu bağlamda cinsiyetçi/ayrımcı bir dil kullanımıydı ve mazur görülecek bir tarafı yok. Tüm eleştirmenler, tüm sinema yazarları ayrımcı söylemleri dillerinden uzak tutma konusunda dikkatli, özenli ve duyarlı davranmakla sorumludur.

Akça, bu tweetinin sosyal medyada bekleneceği üzere tepki çekmesi üzerine derhal özür diledi. Akça’nın bu tip özürlerde sıkça rastladığımız türden salt “yanlış anlaşıldım” gibi hatayı kendisine değil karşı tarafa atfeden bir kaypaklığa yönelmeyip, kendimi “yanlış ifade ettiğimden yanlış anlaşıldım” demesi dikkate değer –ve dikkate alınmalı, yok sayılmamalı. Öte yandan Akça’nın sözkonusu özründe hatanın kendisinde olduğunu kabul ederken bu hatasını “tüm kadın yönetmenleri kastetmediğini” beyan ederek telafi etme çabası ise tuhaf bir durum ortaya çıkardı. Akça’nın tüm kadın yönetmenleri kastetmemiş olduğu zaten Türkçe’de okuduğunu anlayabilen herkesin anlayacağı üzere açık; ama sorun orada değil, sorun Akça’nın tüm kadın yönetmenleri kastetmemiş olmasıyla ilgili değil (Akça’yı sorunun aslıyla ilgisi olmayan böylesi bir ‘izahata’ yönlendiren belki de kendisine yönelik ilk tepkilerin bazılarının sorunun böyle olduğunu sanmalarında ve Akça’nın onlara karşılık verme refleksinde olabilir). Fakat sosyal medyada bilahare pek çok kişinin defaeten işaret ettiği üzere, sorun Akça’nın tüm kadın yönetmenleri hedef alıp almamasında değil, bir sinemacıyı yererken şayet o sinemacı erkekse onun erkek bir sinemacı olduğuna işaret edilmezken sözkonusu olan kadın olduğunda onun kadın olduğuna işaret edilmesinde yatan cinsiyetçi/ayrımcı dil kullanımında.

Ayrımcı dil kullanımı kuşkusuz çok geniş bir kesimde duyarlı kadın ve erkeklerin haklı tepkisini çeken sözkonusu tweetle sınırlı değil. Örneğin dün (Cuma); Kaos GL’de Atilla Dorsay’ın Muhteşem Kadın (Una mujer fantastica) filmine dair eleştirisindeki çok sayıda ibaredeki transfobiyi teşhir eden ve eleştiren bir yazı yayınlandı (*); Dorsay’ın sözkonusu yazısı sosyal medyada, çok az sayıda olsalar da, kullanıcının tepki göstermesine neden oldu, bu vesileyle Dorsay’ın transfobisi bağlamında geçmişte örneğin Bulut Atlası (Cloud Atlas, 2012) filmine dair yazısı (**) anımsatıldı.

 

(*) http://kaosgl.org/sayfa.php?id=25631

(**) https://www.sabah.com.tr/cumartesi/2012/10/27/bir-ukalalik-zirvesi