Geçen hafta bu köşede Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 2015 Türkiye Sineması Ödülleri’nin adaylarını belirlemeye dönük oylama sürecine dair bilgilendirme ve bazı anektodal değinmeler yapmıştım. Bu hafta ise bu oylama sonucu belirlenen adaylar başta olmak üzere geçen yılın öne çıkan filmleri hakkındaki kişisel görüşlerime dayalı toplu bir değerlendirme sunmak ve bu vesileyle bir filmi ‘beğenmenin’ bir film hakkında nihai yargıya varmadaki payı rolü konusundaki yaklaşımımı kısaca paylaşmak istiyorum.
2015’te ülkemizde sinemalarda ticari gösterime giren 130’dan fazla yerli yapım arasında SİYAD üyeleri olarak yaptığımız oylamada ilk 5’e girerek SİYAD 2015 Türkiye Sineması En İyi Film adayları olarak belirlenen filmler alfabetik sırayla şunlardı: Abluka, Bulantı, Nefesim Kesilene Kadar, Rüzgarın Hatıraları ve Sarmaşık. Bunlardan Sarmaşık hariç diğerlerinin hepsi hakkında değerlendirmelerimi vizyona girdikleri hafta İleri Haber’deki bu köşemde yazmıştım. Sarmaşık, neredeyse tamamı tek bir mekanda, bir gemide geçen bir gerilim filmi. Sefer halindeyken sahibi iflas edince haciz koyulup uluslararası sularda demir atan bir yük gemisinde belirsiz bir süreliğine nöbetçi kalmaya gönüllü olan altı denizcinin günler geçtikçe birbirlerine düşmelerini öyküleyen Sarmaşık gişede kaydadeğer bir çıkış yapamasa da (bu, Sarmaşık’a özgü bir durum değil: En İyi Film adaylarımızdan hiçbiri 25,000 seyirci sayısını aşamadı!) ‘çelik çekirdek’ sinemaseverler arasında sıkı bir hayran topluluğu oluşturmayı başardı. Gemiciler arasında en psikopat ruhlu olanını gerçekten de hayranlık uyandıran (“tam Oscarlık”!) bir performansla canlandıran Nadir Sarıbacak’ın filmin yarattığı bu etkideki payı yadsınamaz. Zaten Sarmaşık bir gerilim filmi olarak da başarılı bir çalışma. Ancak Sarmaşık’ın sorunu, Türkiye’ye dair alegorik bir yönelim içermeye çalıştığını belli ederken bu alegorinin altını doldurmayı başaramaması. Sınırlı sayıda karakterden biri dindar, biri Kürt, vs ama bu temsiller izleyiciyi bir yere götürmüyor, hele ‘açık uçlu’ finali ışığında. Sarmaşık, yalın biçimde ‘Dehşet Gemisi’, ‘Ölüm Gemisi’ tadında bir korku/gerilim filmi olmakla yetinse çok daha derli toplu bir ürün olarak şekillenebilirdi.
Diğer En İyi Film adaylarımız üzerinden hızlıca geçersek, Bulantı’nın önemli yönetmenlerimizden Zeki Demirkubuz sineması içinde nispeten ilginç bir yer tutmakla birlikte genel olarak Türkiye sineması açısından bir önemi olmadığını, öte yandan örneğin oylamamız sonucunda ilk 5’e girememesi bende şaşkınlık değil ama yine de hayalkırıklığı yaratan Çekmeköy Underground’un kimi yetersizliklerine karşın, kentsel dönüşümün tehdidi altındaki varoşlarda yaşayan yoksul gençler arasındaki bir altkültürü perdeye getiren mütevazi bir çalışma olarak geçen yılın Türkiye sinemasındaki kazanımlarından biri olduğunu düşünüyorum. Geçen yılın yerli yapımları arasındaki kişisel favorim ise Sarmaşık’a benzer şekilde sıkı bir hayran kitlesi oluşturmuş olduğu anlaşılan ve üstelik gerek yurtiçinde, gerekse yurtdşında pek çok ödül de kazanmış olan Abluka değil, ülkemizde “kara koyunlara” reva görülenlerin tarihsel sürekliliğini ve bu arada kıvılcım gibi çakan insan onurunun sergilenişini etkileyici bir sinema diliyle perdeye yansıtan Rüzgarın Hatıraları. Abluka hakkında zamanında bu köşede daha önce ifade etmiş olduğum yargıyı bir kez daha yinelemek isterim: Abluka ‘yapım kalitesi’ açısından yılın en ‘iyi yapılmış’ filmi olmasına karşın siyasi açıdan ‘flu’ olmakla malul bir film. Yönetmen-senarist Emin Alper, filmine dönük benzer eleştirilere filmde apolitik bir karakterin kaotik bir ortamı nasıl algıladığını perdeye yansıttığı minvalinde yanıt veriyor. Evet, film bunu mükemmel biçimde başarıyor ve yönetmenin bu başarısını kabul etmek, filmi ‘beğenmek’ (takdir etmek) için yeterlidir ancak filmi el üstünde tutmak için herkes nezdinde yeterli olmayabilir. Apolitik bir karakterin kaotik bir ortamdaki algısını başarıyla sunan bir çalışmanın, o kaotik ortam siyasi bir fon ise şayet bu algıyı ayrıca sorgulatmaya dönük herhangi bir yönelimi veya farklı bakış açılarının yansıtılmasını da içermiyorsa şahsen tam olarak ‘içime sinmesi’ mümkün değil. Ve bir film hakkındaki nihai yargım da yapmaya soyunduğunu çok iyi yapmış olmasını ‘takdir etmekten’ ibaret olmak zorunda değil.