Önümüzdeki hafta Avrupa sinemasından François Ozon imzalı Yeni Kız Arkadaşım (Une nouvelle amie, 2014) ve ödüllü Alman yapımı Victoria ile Hollywood’dan yeni ‘Görevimiz Tehlike’ filmi Mission: Impossible – Rogue Nation gibi kendi mecralarında iddialı bir dizi filmin birden vizyona girmesi planlanırken bu hafta ise sinema açısından yılın en sönük haftalarından biri sözkonusu. Dün (Cuma) vizyona giren filmler arasında genç izleyicileri hedefleyen ve muhtemelen gişede öne çıkacak olanı, dilimize çevrilerek ülkemizde de yayınlanmış aynı adlı çok-satar romanın uyarlaması Kağıttan Kentler (Paper Towns).
Ülkemizde ABD ile aynı anda vizyona giren Kağıttan Kentler, çok küçük yaşlardan beri hayran ve gizliden aşık olduğu çocukluk arkadaşı Margo ile liseden mezuniyetlerine birkaç gün kala sürpriz biçimde tekrar yakınlaşan Quentin adlı genç arasındaki ilişkiyi konu alıyor. Margo, aklına estiği gibi yaşayan ve lisenin ‘havalı’ kızı iken, Quentin ise çok az sayıda arkadaşı olan, risk almaktan kaçınan ve hayatını yetişkinlerin arzu ettiği gibi, mezuniyetten sonra iyi bir iş sahibi olup evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak şeklinde planlayan ‘sıkıcı’ bir oğlandır, nitekim bu yüzden zaman içinde Margo’nun ilgisini kaybetmiştir. Ama bir gece Margo onun penceresine belirir ve gece boyunca Margo’nun kendisini aldattığını keşfetmiş olduğu eski sevgilisine eşek şakaları düzenlemek gibi ‘çılgın’ bir serüvene atılırlar. Ancak ertesi gün Margo sırra kadem basar ve Quentin onun izini sürmeye çalışır.
Kağıttan Kentler ilk bakışta rutin bir “rutinin dışına çık ve gönlünün seni götürdüğü yere git” anlatısı gibi görünse de filmin finalinde Margo’nun nereye kaybolduğuna dair muamma çözülüp Quentin’in bu durumda aldığı tavır ise bu şablona pek uymuyor. Film adeta “küçük heyecanlarla hayatını renklendir ama abartma” der gibi bir noktada anlatısını bağlıyor. İsmet Özel’e referansla ifade edecek olursak Quentin, soğuk sular dökünüp Margo’nun peşi sıra sokaklara fırladıktan sonra yolun sonunda çözdüğü bu sırrın üzüntüsünü bir yana bırakıyor ve de yağmurun bu çocukta pek de kapanmayacak yaralar açmamış olduğu hissediliyor...
Son 5 Yıl
Haftanın en seyredeğer filmi Son 5 Yıl (The Last 5 Years, 2014) ise tam da ilişkilerde yaşanan hayal kırıklıklarının ne kadar acıtıcı olabileceğini kaydadeğer bir sahicilik hissiyatıyla veren bir çalışma. Aynı adlı bir sahne müzikalinin yine müzikal bir sinema uyarlaması olan Son 5 Yıl, sevgilisi Jamie tarafından yeni terkedilmiş olan Cathy’nin duygularını paylaştığı bir şarkıyla açılıyor ve geriye dönüşlerle ilişkinin başlangıcını ve yıllar içindeki seyrini perdeye getiriyor. Filmin geri dönüşlü anlatı yapısının ilginç tasarımı içinde ardı ardına gelen geri dönüş sekansları ne tam olarak sondan başa, ne de tam olarak baştan sona doğru sırayla perdeye geliyorlar ama yine de belirgin bir mantık takip ediyorlar, ilişkinin en sonuna yakın bir geri dönüşten sonra en başına yakın bir geri dönüş izliyoruz ve bu böyle sürüyor.
İlk bakışta karmaşık gibi görünen ama açıkçası aslında ilişkiye dair bütünsel resmin daha iyi anlaşılmasına ve duyumsanmasına gerçekten de hizmet eden bu anlatı yapısı sonucunda ortaya çıkan tablo şu ki, daha çiçeği burnunda bir yazarken kariyerinin hemen başında büyük bir ticari başarı yakalayıp ‘yıldız’ yazar mertebesine ulaşan Jamie ile kendi kariyerinde (oyunculuk) yerinde sayan Cathy arasındaki ilişkinin sonlanması, Jamie’nin yalnızca Cathy’yi ihmal etmesine ve ben-merkezli bir ilişki sürdürmesi değil, üstelik bir de Cathy’yi duyarsızcadan öte zalimce “sen başarılı olamadın diye ben de mi başarılı olmayayım?” diye suçlaması ışığında aslında Cathy’nin de hayrına! Olayın trajik yönü ise, Cathy’nin bu yalın gerçeğe karşın ilişkiyi son ana kadar sürdürmeye çalışan ve sonlandırmayan taraf olması...