Toplumsal-cinsel kimlik temsillerinin korku sineması tarihi boyunca dönüşümünde slasher janrının ortaya çıkışının önemli, hatta dönüm noktası teşkil eden bir yeri vardır. Bıçak gibi kesici aletleri silah olarak kullanan psikopat bir katilin, genellikle tatile çıkmış gençleri katletmeye girişmesini perdeye getiren slasher (“kesici”) filmler, ilk örnekleri 1970’lerde görülmekle birlikte 1980’lerin başlarında furya halini alarak korku sinemasının belirgin bir alt-türü olarak şekillenmişler, 1990’ların ikinci yarısında kendi konvansiyonlarının farkındalığı (kendisi de bir slasher olan Çığlık’ın baş karakterleri, 1970’lerin, 1980’lerin slasher filmlerinin hayranları olarak sunulan karakterlerdi!) üzerinden bu alt-türü yeniden popülerleştiren Çığlık’ın (Scream, 1996) ardından da bir rönesans yaşamışlardı.
Slasher öncesi klasik korku sinemasında kadının işlevi genellikle, canavar tarafından tehdit edilen ve finalde erkek baş kahraman tarafından kurtarılan müstakbel kurban konumunda olmaktı. Amerikan slasher filmlerinde de katilin kurbanları ya tamamen ya da çoğunlukla genç kadınlar olmakla birlikte artık köşeye sıkıştığında katille kendi başına mücadele edip hayatta kalmayı ve hatta –ilk devam filminde yeniden ortaya çıkacak olmakla birlikte!- katili alt etmeyi başaran dirayetli, savaşkan, güçlü bir genç kadın figürü bu alt-türün demirbaşı, alameti farikasıydı.
Film araştırmalarına ilişkin akademik literatürde ve korku sineması severler arasında “final girl” (hayatta kalarak finale kalan genç kadın anlamında “final kızı”) olarak adlandırılan bu figür, korku sinemasında, hatta genel olarak popüler sinemada toplumsal-cinsel kimliklerin temsili açısından kendi çapında bir dönüm noktasıydı ve doğal olarak film kuramcıları tarafından didik didik analiz edilmiş ve yoğun tartışmaların odağı olmuştur. ‘Final kızının’, müstakbel kurbanlar içindeki tek bakire olduğu ve cinsel olarak aktif diğer genç kadınlar katilden kurtulamazken onun kurtulmasının muhafazakar bir izlek ortaya koyduğu savı açıkçası pek geçerli görünmüyor; çünkü, alt-türün ne öncü örneklerindeki ne de genelindeki ‘final kızlarında’ öyle bir bekaret durumu ya da vurgusu söz konusu değil. Bu, daha çok Çığlık’la popülerleştirilmiş bir algı. Öte yandan, final kızlarının yine çoğunluğunun değil ama göz ardı edilemeyecek bir bölümünün diğer kurbanlara oranla biraz daha ‘erkeksi’ tiplemeler olduğu ise bir gerçek. Bu tespitten hareketle feminist film kuramcısı Carol J. Clover, bu durumun, erkek izleyicilerin final kızlarla özdeşleşmesini kolaylaştırdığını savunur.
Sinemada erkek bakışının egemenliğini deşifre etmeye yönelik klasik feminist film kuramına ciddi eleştiriler ve revizyon önerileri getiren Clover, gerçek yaşamlarında yalnızca kadınlar değil, pek çok erkek de şiddet ve baskı mağduru oldukları için erkek izleyicilerin illa kadına şiddet uygulayan, kadınlara baskın çıkan erkek karakterlerle özdeşleşmesinin zorunlu olmadığını, toplumsal-cinsel kimlikleri aşan bir ölçekte özdeşleşme dinamiklerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve final kızlarının perdede arzı endam edip kalıcılaşmasının (1970’lerde itibaren güçlü kadın olgusunun zaten toplumsal yaşamda da daha görünür hale gelmesinin bir yansıması olması bir yana) bu potansiyel dinamikle de bağlantılı olduğunu ifade eder. Clover’a göre, özellikle final kızları erkek izleyiciler için ideal birer özdeşleşme adayıdırlar; çünkü, şiddetin hedefinde olup şiddetle baş edebilmeleri açısından katarsis sağlarken erkek olmamaları bu özdeşleşmenin inkarına da olanak sunmaktadır.
Dün (cuma) vizyona giren Kara Noel (Black Christmas) ise, kadın sinemacıların elinden çıkmış feminist bir slasher. Yönetmen Sophia Takal’ın, April Wolfe ile ortaklaşa yazdığı senaryodan çektiği film, Hollywood’un önde gelen korku filmleri yapımevlerinden Blumhouse’ın, kadın sinemacılara fırsat vermediğine ilişkin eleştirilerle karşı karşıya kalmasının ardından yeşil ışık verdiği bir proje.
Kara Noel’in 1974 tarihli, aynı adlı erken dönem bir slasher’la benzerliği, esasen konusunun Noel döneminde geçmesi ve katil(ler)in hedefinde öğrenci genç kadınların olmasından ibaret. Yeni Kara Noel, Hollywood’daki cinsel taciz ve tecavüz vakalarına dair patlak veren “me too” hareketinin damgasını vurduğu, cinsel taciz ve tecavüz konusunda toplumsal duyarlılığın arttığı, mağdur kadınların seslerini daha fazla yükselttiği, bu konuda kadınlar arası dayanışmanın ivmelendiği günümüz ortamının slasher janrındaki yansıması özelliğini taşıyor.
Baş karakter Riley, birkaç yıl önce erkek bir öğrenci tarafından tecavüz edilmiş olduğuna yetkilileri inandıramamış genç bir kadın öğrencidir. Riley’nin yakın arkadaşlarından siyahi Kris ise okumakta oldukları, köklü bir geçmişe sahip üniversitenin ırkçı kurucusunun büstünün kamusal alandan kaldırılmasını sağladıktan sonra şimdi de klasik edebiyat dersinde erkek-egemen söylemlere sahip eserleri okutan ve bir derste Riley’yi azarlamış olan bir öğretim üyesinin işten çıkarılması için imza toplamaktadır. Bir Noel partisinde Riley, arkadaşlarıyla birlikte sahne alıp başından geçen tecavüz vakasını hicveden bir şarkıyı, içlerinde tecavüzcünün de bulunduğu izleyicilere söyler ve Kris de bu performansın kaydını çevrimiçi ortamlara yükler. Ancak tehditkar mesajlar almaya başlayan Riley, Kris’i fazla ileri gitmekle suçlar. Bu arada bazı genç kadın öğrenciler aslında kukuletalı bir katil tarafından öldürülmeye başlanmıştır ama katil, cesetleri ortalıkta bırakmayıp saklamakta olduğundan üniversitenin nöbetçi güvenlik görevlisi Riley’nin arkadaşlarına dair kayıp ihbarını pek ciddiye almaz. Uzun lafın kısası, sonuçta Riley ölümle pençeleşirken yanında Kris olacaktır ve Riley, önceden Kris’e tepki vermiş olduğundan dolayı pişmanlık duyacak ve onun meydan okuyan, kafa tutan, mücadeleci tavrının haklılığını teslim edecektir.
Kara Noel ilginç ve dikkate değer bir deneme olmakla birlikte sorunlu ya da en azından tartışmalı yönleri de olan bir film. Bundan yalnızca, ABD’de 13+ yaş sınırlaması alabilmek uğruna cinayet anlarının kadraj dışı bırakılması sonucu bir korku/dehşet filmi olarak yetersiz kalmasını ve de son çeyrekte perdeye gelen doğaüstü motifin gereksizliğini kastetmiyorum. Filmin kimi mesajlarının fazla kör parmağım gözüne temsiller üzerinden kurulması filmi biraz çiğleştirse de, bu temsilleri dahil etmenin en azından kamera arkasındaki kadın sinemacılar açısından katartik olduğu hissediliyor. İzleyiciler açısından ne kadar katartik olduğu ise izleyiciden izleyiciye değişecektir. Filmdeki iki adet “iyi” erkek karakterden birinin (beyaz erkek olanın) sevgilisini savunmaya yeltendiğinde tek bir darbeyle bir anda bertaraf edilmesinin ve diğerinin de (siyahi erkek olanın) her halde son tahlilde erkek olduğu için katillerin kara büyüsünün etkisi altına girip bir süreliğine onların safında yer almasının erkek izleyicilerin -politik tavır olarak filmi takdir etmek dışında- filmle pozitif ilişkiye girme olanaklarına set vurduğu açık. Erkek cinsel şiddetine karşı savaşımda kadınların öncü ve belirleyici rolünü ortaya koyarken, bu mücadelenin erkek mağdurları da özgürleştireceğini ve toplumsal-cinsel kimlikler ötesi dayanışmanın hem erkekler, hem kadınlar için sağaltıcı etkisini vurgulayan, geçtiğimiz aylarda usulca perdelerimize uğrayıp kaybolmuş, göz ardı edilmiş başyapıt Karanlık Lanet’ten (The Dark, 2018) (*) her açıdan, her düzeyde çok farklı bir film yeni Kara Noel.
2019 biterken gişede yerli sinemanın performansı
Haziran sonunda bu köşede yayınlanan bir yazımda, yerli sinemada son on yılın en düşük ilk altı aylık seyirci sayısının gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekmiş ve bu durumun olası sebeplerinin başında, promosyonlar konusunda yapımcıların çıkarlarını gözeten yeni sinema yasasının Temmuz’da yürürlüğe girmesini bekleyen pek çok majör yapımcının filmlerinin vizyon tarihlerini yılın ikinci yarısına ertelemiş olmalarına işaret etmiştim (**). Geçen zaman zarfında söz konusu majör filmler yılın son çeyreğinde peş peşe vizyona girdiler. 26 Aralık itibariyle ortaya çıkan tablo ise, son üç yılın en düşük seyirci rakamını içeriyor. Yani yılın ilk yarısındaki dramatik gerileme belli ölçüde telafi edilmiş durumda ama seyirci sayısında yine de –ilk yarıdaki ölçekte olmasa da- dikkate değer bir azalma var. Üstelik rakamlara yakından baktığımızda ortaya çıkan işin püf noktası şu ki yabancı filmlerin izleyici sayısında herhangi bir azalma yok, bu yıl da geçen yıl olduğu gibi 25 milyon dolayında. Dolayısıyla yerli filmlerin izleyici sayısının 10 milyondan fazla azalarak 32 milyon dolayına düşmesinin sebepleri yerli sinemaya özgü, yoksa genel olarak sinemaya gitme alışkanlığında (örneğin bilet fiyatlarının artması ve/veya promosyonların kesilmesi gibi olgulardan kaynaklı) herhangi bir törpülenme görülmüyor. İşin özü, izleyiciler kendilerine sunulan majör yerli filmlere eskisi kadar çok rağbet etmemiş durumdalar. Yılın gişe şampiyonu, 5 milyonu aşan bilet satışına ulaşan 12 Eylül fonundaki hapishane melodramı 7. Koğuşta Mucize (***) olurken, “Recep İvedik” gibi geçmişin gişe şampiyonlarının yeni sürümleri son yıllardaki gişe performanslarının yarattığı beklentilerin altında kaldılar. Bazı eski formüllerin miadının dolup dolmadığını daha kesin olarak söylemek için bu verilerin önümüzdeki yıllarda da sürüp sürmeyeceğini, kalıcılaşıp kalıcılaşmayacağını görmek gerek.
Bu tablo içinde majörler dışındaki, bağımsız yerli sinemanın gişe performansına baktığımızda ise, sınırlı ölçekte dağıtımı yapılan bağımsız yerli filmler içinde en fazla Görülmüştür’ün 12,000 izleyiciye ulaştığını ama öte yandan orta-ölçekte dağıtım şansı yakalayan bağımsız yapımlar Sibel ve Kız Kardeşler’in de 30-35 bin bandında kaldıklarını (örneğin 2018’teki ne Kelebekler’in 135,000, hatta ne de Daha’nın 45,000 izleyici rakamlarına ulaşamamış olduklarını) görüyoruz. Yani bu köşede daha önce çeşitli vesilelerle savunduğum üzere bağımsız yerli sinemanın makus talihinin salt dağıtım sorunu üzerinden açıklanamayacağı kanımca bir kez daha teyit edilmiş oldu ne yazık ki.